YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 07.03.2018 Esas: 2017 / 1929 Karar: 2018 / 447

Boşanma Davası – Fiili Ayrılık – Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Özet:

Asıl dava Türk Medeni Kanununun 166/son maddesinde yer alan “fiili ayrılık”, karşı dava ise aynı Kanunun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin sarsılması” sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir. Mahkemece; davalı kadın tarafından açılan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK.md.166/1) sebebine dayanan karşı boşanma davası, “tarafların fiilen ayrılmalarından sonra davalının birkaç kez eşiyle barışmak istediği, bu sebeple kocasının kusurlarını affettiği” gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacı-karşı davalı koca tarafından daha önce açılan boşanma davası “davalıdan kaynaklanan bir geçimsizliğin ispat edilmediği” gerekçesiyle reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kocanın eşine hakaret ettiği, onu haksız olarak başkalarıyla ilişki kurmakla itham ettiği ve evi terk ettiği anlaşılmaktadır. Davalı-karşı davacı kadının, önceki boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ki fiili ayrılık süresi içinde barışma önerisinde bulunmuş olması, ortak hayatın yeniden kurulması için bir girişim olup, kocadan karşılık görmediğine ve kabul edilmediğine göre, girişimden öteye ulaşmamıştır. Kadının bu iyiniyetli davranışının diğer tarafı af olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Öyleyse davalı tarafından açılan karşı boşanma davasının da kabulü gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır.

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki karşılıklı “boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 3. Aile Mahkemesince “asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine” dair verilen 13.11.2012 gün ve 2011/1105 E., 2012/955 K. sayılı karar davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.05.2013 gün ve 2013/1267 E., 2013/13712 K. sayılı kararı ile;

“…Mahkemece; davalı kadın tarafından açılan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK.md.166/1) sebebine dayanan karşı boşanma davası, “tarafların fiilen ayrılmalarından sonra davalının birkaç kez eşiyle barışmak istediği, bu sebeple kocasının kusurlarını affettiği” gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacı-karşı davalı koca tarafından daha önce açılan boşanma davası “davalıdan kaynaklanan bir geçimsizliğin ispat edilmediği” gerekçesiyle reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kocanın eşine hakaret ettiği, onu haksız olarak başkalarıyla ilişki kurmakla itham ettiği ve evi terk ettiği anlaşılmaktadır. Davalı-karşı davacı kadının, önceki boşanma davasının reddine ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra ki fiili ayrılık süresi içinde barışma önerisinde bulunmuş olması, ortak hayatın yeniden kurulması için bir girişim olup, kocadan karşılık görmediğine ve kabul edilmediğine göre, girişimden öteye ulaşmamıştır. Kadının bu iyiniyetli davranışının diğer tarafı af olarak kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Öyleyse davalı tarafından açılan karşı boşanma davasının da kabulü gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır….” gerekçesiyle bozulmakla yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl dava Türk Medeni Kanununun 166/son maddesinde yer alan “fiili ayrılık”, karşı dava ise aynı Kanunun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin sarsılması” sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı-karşı davalı (erkek) vekili, ret ile sonuçlanan boşanma davasının kararının kesinleşmesinden sonra tarafların bir araya gelmediklerini, bu sürenin üç yılı geçtiğini belirterek TMK’nın 166/son maddesi gereğince boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı-karşı davacı (kadın) eşinin 01.07.2005 tarihinde gece yarısı ağır hakaretler ederek şiddet uyguladığını, evdeki eşyaları parçaladığını, o gün evi terk ettiğini ve dönmediğini; eşiyle konuşmaya çalıştığını ancak bir sonuç alamadığını, 2007 yılında açılan boşanma davasından sonra tüm gayretlerine rağmen ayrı yaşadıklarını, eşinin ruh sağlığının bozuk olduğunu, eşinin ilk başlarda çocuklarına ve eve maddi katkıda bulunduğunu, ancak daha sonra arkadaşına kefil olması sebebiyle borç ödediğini ve maddi yardımı kestiğini belirterek asıl davanın reddine, karşı davasının kabulü ile boşanmaya karar verilmesini; davalının 150.000,00 TL maddi, 150.000,00 TL manevi tazminat ve oğlu Ahmet Çağrı için aylık 1000,00 TL nafaka ile sorumlu tutulmasını talep etmiş, 07.02.2012 tarihli dilekçe ile maddi tazminat talebinden feragat ettiğini belirtmiştir.

Yerel mahkemece dinlenen tanık ve müşterek çocukların beyanları uyarınca tarafların ayrılmasından sonra davalı-karşı davacı …’nun birkaç kez eşi Cem ile barışmak istediği ancak eşinin kabul etmediği, bu durum karşısında davalı-karşı davacı kadının eşi Cem’in varsa kusurlu davranışlarını affettiği gerekçesiyle kadının davasının reddine, ret ile sonuçlanan boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren üç yıllık sürenin geçmesine rağmen tarafların bir araya gelmedikleri gerekçesiyle erkeğin davasının TMK 166/son maddesi uyarınca kabulüne karar verilmiştir.

Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin her iki boşanma davası yönünden temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davalı-karşı davacı (kadın) vekili temyiz etmektedir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı-karşı davacı kadının fiili ayrılık sırasında barışma girişiminde bulunmasının af niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı-karşı davacı kadının boşanma davasının kabulünün gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce, yerel mahkemece direnmeye konu 25.09.2013 tarihli kısa kararın 2/b bendinde “Yaşanan olaylarda davalı-davacı kusurlu kabul edildiğinden boşanmanın eki niteliğindeki 150000 TL manevi tazminat talebinin reddine” şeklinde hüküm kurulmuş iken gerekçeli kararın 2/b bendinde “Davalı-davacı tarafın sübut bulmayan boşanmanın eki niteliğindeki 150.000 TL manevi tazminat talebinin reddine.” şeklinde hüküm kurulmasının kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturup oluşturmayacağı hususu ön sorun olarak ele alınmıştır.

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre karar, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsar. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

Diğer taraftan Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.

Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.

Nihayet direnme kararları, yapıları gereği, yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.

Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2015 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 25.02.2015 gün ve 2013/13-1600 E., 2015/881 K.; 04.03.2015 gün ve 2014/4-1037 E., 2015/887 K. sayılı kararlarında da uygulanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; yerel mahkemece direnmeye konu 25.09.2013 tarihli kısa kararın 2/b bendinde “Yaşanan olaylarda davalı-davacı kusurlu kabul edildiğinden boşanmanın eki niteliğindeki 150000 TL manevi tazminat talebinin reddine” şeklinde davalı karşı davacı kadının kusurlu olduğundan bahsetmek suretiyle hüküm kurulmuş iken, gerekçeli kararın 2/b bendinde “Davalı-davacı tarafın sübut bulmayan boşanmanın eki niteliğindeki 150.000 TL manevi tazminat talebinin reddine.” denilmek suretiyle bu kez kusur belirlemesinden söz edilmeksizin manevi tazminat istemin sübut bulmadığı gerekçe gösterilerek kısa karar ve gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.

Şu durumda mahkemece yapılacak iş yukarıda belirtilen ilke ve açıklamalar ışığında dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.

Bu itibarla, yerel mahkemece usulüne uygun direnme hükmü kurulması için, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre bu aşamada sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.03.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.