YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 04.06.2008 Esas: 2008 / 4-421 Karar: 2008 / 422

Haksız Şikayet Nedeniyle Açılan Manevi Tazminat Davalarında Şikayet Hakkının Kötüye Kullanılıp Kullanılmadığı Hukuk Hakimince Değerlendirilir; Ceza Davasında Verilen Beraat Kararı Şikayet veya Davanın Hukuka Aykırı Olduğunun Delili Sayılamaz.

Özet:

Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat talebine ilişkindir. Bu nevi davalarda, şikayet hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı hukuk hakimince değerlendirilir. Ceza hakiminin delilleri takdir konusundaki görüşü, hukuk davasına engel değildir. Ceza davasında verilen beraat kararı şikayetin hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz. Somut olayda davalının, davacının suçsuz olduğunu bildiği halde onu zararlandırmak amacıyla şikayet ettiği sabit değildir. Davalı bazı delil ve emarelere, özellikle de tanık anlatımlarına dayanarak şikayet yoluna başvurmuştur. Delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiştir. Delil bulunmasına rağmen, sanığın cezalandırılmasını gerektirecek yeterlilikte değildir. Bu halde şikayet yoluna başvuran kişinin manevi tazminatla sorumlu tutulmasına olanak yoktur.

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.06.2006 gün ve 2004/291 E, 2006/204 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 04.07.2007 gün ve 2006/10324 E, 2007/9020 sayılı ilamı ile, (…Davacı vekili, müvekkilinin Dokuz Eylül Üniversitesi’nde profesör olduğunu, Doç. Dr. olan davalının müvekkili hakkında haksız olarak şahsi dava açtığını, müvekkilinin beraat ettiğini, bu dava nedeniyle müvekkilinin manevi olarak çok yıprandığını iddia ederek manevi tazminat istemiştir.

Davalı şikayet hakkını kullandığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dışı olan hasta davalı doktorda muayene olmuş, yapılan patolojik test sonucu hastaya kanser teşhisi konulmuş, tedavi için ameliyat olması gerektiği söylenmiştir. Davacı doktorun yaptığı muayene sonucunda ise hastada kanser dokusu olmadığı ve daha önce konulan teşhisin yanlış olduğu belirlenmiştir. Bunun üzerine hasta davalıya giderek davacının teşhisini söylemiş ve ayrıca davalıyı Tabipler Odası’na şikayet etmiştir. Bu olaylar üzerine davalı, hastanın beyanları doğrultusunda davacı hakkında şahsi dava açmıştır.

Davalı Sulh Ceza Mahkemesi’nde davacı hakkında hakaret iddiasıyla şahsi dava açmıştır. Yargılama sonunda davacı yeterli delil elde edilememesi nedeniyle beraat etmiş ve karar kesinleşmiştir. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dinlenen davalı (şahsi davacı) tanıkları, şikayet dilekçesinde belirtilen hususları doğrulamışlar, ancak mahkeme hastanın ve davacı (sanık) tanıklarının beyanlarına itibar etmiştir. Ceza mahkemesinde dinlenen tanık beyanları, ceza dosyası içeriği ve dava dışı hastanın şikayet dilekçesi  ile kanser olmadığı halde kanser teşhisi koyan doktora hastanın söyleyebileceği ifadeler dikkate alındığında şikayet hususunda yeterli emarenin bulunduğu açıktır. Bu nedenle şikayet hakkının kullanıldığı kabul edilerek açılan davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi hatalı olup kararın bozulması uygun görülmüştür…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yaptığını; davalının ihtisasını yanında tamamladığını, doçent olduğunu davalının dava dışı hasta Ş.’nin göğsündeki kitle nedeniyle patalojik inceleme sonunda ameliyat önerdiğini; aynı hastanın kendisine gelmesi sonucu kanser kuşkusu taşıyan örneklerin yeniden patolojide incelendiğini, kanser hücrelerine rastlanılmaması üzerine durumun hastaya anlatıldığını; hasta Ş.’nin, davalı doktoru şikâyet edeceğini beyan ettiğini; ileri geri konuştuğunu; davalıya gittiğini, görüşme sonrasında davalının, kendisi aleyhine sulh ceza mahkemesinde şahsi dava açtığını ileri sürerek, davalının şikayeti sonucunda sanık olarak yargılanmasına üzüldüğünü, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 6.000.000.000 TL. manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı cevap dilekçesiyle, meme cerrahisi konusunda uzman olduğunu, dava dışı hasta Ş.’ye teşhis koyup ameliyat önerdiğini, hastanın bu teşhisle yetinmeyerek davacıya da muayene olduğunu, ameliyatın gereksiz olduğunun davacı tarafından kendisine bildirildiğini; hastanın bunun üzerine muayenehanesine gelerek davacının hakaretâmiz sözlerinden bahsettiğini, şahsi dava açması üzerine davacının sulh ceza mahkemesinde yargılandığını, şikayet hakkını yerinde kullandığını, bazı emare ve bulguların mevcut olduğunu, sanık olarak yargılanmasının tazminat hakkını vermeyeceğini, davanın reddini cevaben bildirmiştir.

Yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak kurulan karar Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyize konu bu davada davacı, kişilik haklarına saldırı nedeniyle Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinden kaynaklanan manevi tazminat isteğinde bulunmuştur.

Dava dışı hasta Ş., davalı doktora başvurduğunda, patolojik test yapılmış, kanser teşhisi konulmuş, tedavi amacıyla ameliyat olması gerektiği söylenmiştir. Daha sonra hasta Ş.’nin davacı doktora gitmesiyle yapılan muayene ve yeniden yapılan patolojik inceleme sonucu, hastanın kanser olmadığı ve önceki teşhisin yanlış olduğu anlaşılmıştır. Hastanın sarf ettiği sözlere dayanılarak davalı doktor tarafından davacı doktor aleyhine sulh ceza mahkemesinde hakaret iddiasıyla şahsi dava açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda davacı, delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dinlenen davalı (şahsi davacı) tanıkları, davalının şikayet dilekçesinde belirttiği iddialarını doğrulamışlar; davacı (sanık) tanıkları ve hasta Ş., davacının beyanları doğrultusunda ifade vermişlerdir. Sulh ceza mahkemesince, davacı (sanık) tanıkları ve hasta Ş.’nin beyanına itibar edilerek davacının (sanığın) beratine karar verilmiştir.

Sulh ceza mahkemesinde dinlenen tanık beyanları ve dava dışı Ş.’nin tabipler odasına verdiği şikayet dilekçesi göz önüne alındığında, davalının davacı aleyhine şahsi ceza davası açması için yeterli emarenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacının şahsi ceza davası sonunda beraat etmiş olması tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkindir. Somut olayda ve özellikle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat ve buna karşı Anayasal şikayet hakkının kullanılması gibi çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek nitelikte bir neden teşkil etmez. Esasen beraat kararı, hiçbir zaman şikayet hakkının kişilik haklarına zarar verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olmaz. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamaları da bu doğrultudadır. Kişinin gerçek bir olguya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak (bu kanıtlar dava açılması ve mahkûmiyet için yeterli olmasa dahi) resmi mercilere başvurması ya da ceza davası açması uygulama ve doktrinde hukuka uygun bir davranış olarak kabul edilmektedir. Bu davranış hak arama özgürlüğü kapsamında mütalaa edilmektedir. Aksi görüşü kabul etmek, yani her ihbar ve şikayetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her halükarda mahkumiyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak; özellikle delillerin takdiri sonucu beraat halinde de şikayetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırakmak, hak arama özgürlüğünü sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur. Böyle bir yorum, Medeni Kanun ve Anayasa’nın kişilik hak ve özgürlükleriyle güttüğü amaca ters düşer. Kişinin Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faaliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve kimse bu özgürlüğü kullandığı için tazminatla sorumlu tutulamaz.

O halde, bazı delil ve emarelere dayanılarak gerçekleşen bir şikayet ya da açılan ceza davası sonunda verilen beraat kararı, soyut olarak o şikayet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz. Haksız şikayet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuksal sebebine dayanan manevi tazminat davalarında, şikayet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir başka ifade ile şikayetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak, şikayetçinin veya davacının şikayetine dayanak yaptığı kanıtların hukuk hakimi tarafından değerlendirilmesi ile çözümlenmelidir. Ceza hakiminin delilleri takdir konusundaki kanaati, hukuk davasına etkili değildir.

Bu durumda, davalının, davacının suçsuz olduğunu bildiği halde onu zararlandırmak amacıyla dava ettiği sabit olmadığından; davacı aleyhine bazı delil ve emarelere, özellikle tanık beyanlarına dayanarak dava açtığı anlaşıldığından, verilen beraat kararı delil yetersizliğine dayandığından deliller mevcut olup, sanığın cezalandırılmasını gerektirecek yeterlikte olmadığı belirlendiğinden manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi mümkün görülmemiştir.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına,  dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan nedenlere ve Hukuk Genel Kurulu’nun 09.04.1982 gün ve 1981/4-56 E, 1982/438 K; 10.10.2001 gün ve 2001/4-602 E, 680 K; 24.11.2004 gün, 2004/4-604 E, 608 K; 09.02.2005 gün ve 2005/4-13 E, 37 K; 21.09.2005 gün, 2005/4-468 E, 514 K; 22.03.2006 gün 2006/4-66 E, 99 sayılı kararlarında vurgulanan ilkelere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 04.06.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.