YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 21.03.2018 Esas: 2017 / 1002 Karar: 2018 / 494

Ziynet Eşyaları – Takı – Altın – Aynen İade – Tahsil – Yemin Beyanı

Özet:

Dava, eşler arasında ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Davalının yemin beyanında; altınların bir kısmının bozdurulduğunu kabul ettiğine göre, banka kayıtları incelenerek, altınların bir müddet saklandığı banka hesabının sadece davalı adına mı, yoksa müşterek hesapta mı bulunup bulunmadığı, bu hesaptan altınların kimin tarafından çekildiği tespit edilip, çekilip bozdurulan bu altınlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki “ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Nazilli 1. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 12.02.2013 gün ve 2012/675 E., 2013/126 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 25.02.2014 gün ve 2013/18497 E., 2014/2828 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili dilekçesinde, davalının müvekkili olan davacıya ait ve düğünde takılan ziynet eşyalarının alınıp bozdurulduğunu, bu ziynetlerin bir kısmının davalı adına bir banka hesabına yatırıldığını, bir kısmının ise davalı adına minibüs hattı alımında kullanıldığını beyan ederek, şimdilik 14.850 TL alacağın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, verilen bu karar, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 10.07.2012 tarih ve 2012/5333 Esas, 2012/10423 Karar sayılı kararı ve “Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi hükmü uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Öte yandan ileri sürdüğü bir olaydan kendi yararına haklar çıkarmak isteyen kimse, iddia ettiği olayı kanıtlaması gerekir. Davacı kadın dava konusu edilen ziynet eşyasının davalıda kaldığını ileri sürmüş, davalı koca ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olanın bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanması, muhafaza edilmesidir. Başka bir anlatımla, bunların davalı tarafın zilyetlik ve korumasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Diğer taraftan, ziynet eşyası rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardandır. Bu nedenle, evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi, gizlemesi her zaman mümkün olduğu gibi evden ayrılırken üzerinde götürmesi de mümkündür. Bunun sonucu olarak normal koşullarda ziynet eşyalarının kadının üzerinde olduğunun kabulü gerekir. Davacı, dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını, ispat yükü altındadır. Olayda, taraflar 11.08.1991 tarihinde evlenmişlerdir. Davacı düğünde kendisine takılan dava konusu edilen ziynetlerin bir süre banka kiralık kasasında kaldıktan sonra iade edilme taahhüdü ile dolara çevrilmek üzere alındıktan sonra bozdurulup davalı adına bankaya yatırıldığını, bir kısmı ile de minibüs hattı alındığını iddia ederek talepte bulunmuş ise, bu iddiasını sunduğu deliller ve dinlettiği tanıklarının beyanı ile kanıtlayamamıştır. Bununla birlikte davacı, dava dilekçesinde ve delil listesinin 8. bendinde “ yasal ve takdiri her türlü delil” demek suretiyle yemin deliline de dayanmış olduğundan davacıya ziynetlerin elinden alındığı ve davalı tarafta kaldığı konusunda davalıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken…” gerekçesi ile bozularak mahkemesine iade edilmiştir.

Mahkemece, bozma kararına uyulması neticesinde, yapılan yargılama sırasında davacı tarafa “yemin” teklif etme hakkının bulunduğu hatırlatılmış, davacı tarafından davalıya yemin teklif edilmiş, davalı ise eda ettiği yemininde “dava konusu ziynet eşyalarının bir süre kiralık kasada saklandığını, her sene Türkiye’ye geldiklerinde ihtiyaçları olduğunda alıp bozdurarak harcadıklarını, kasadan bu ziynetleri tek başına almasının mümkün olmadığını, davacı ile birlikte aldıklarını ve harcadıklarını, minibüs hattının ziynetlerin parası ile alınmadığını, geri kalan altınlarını ise davacıda olduğunu, kendisinde kalan herhangi bir altının bulunmadığını” beyan etmiştir.

Mahkeme tarafından davalının bu yemini esas alınıp, davacının iddiasının ispat edemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

6100 sayılı HMK.’nun 225 ve devamı maddelerinde belirtildiği üzere, yemin taraflardan birinin, bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında beyanda bulunmasıdır. Bir vakıanın doğru olup olmadığına yemin edilirse, artık o vakıa hakkında başka delil gösterilmesine gerek yoktur. O vakıanın doğru olup olmadığı davada kesin olarak ispat edilmiş olur. Bu anlamda, yemin delili kesin bir delildir. Somut olayda, davalı taraf kendisine teklif olunan yemini eda ederek, dava konusu ziynetlerin bir kısmının bozdurulduğunu kabul etmiştir.

Öyle ise mahkemece, davalının yemin beyanında; altınların bir kısmının bozdurulduğunu kabul ettiğine göre, banka kayıtları incelenerek, altınların bir müddet saklandığı banka hesabının sadece davalı adına mı, yoksa müşterek hesapta mı bulunup bulunmadığı, bu hesaptan altınların kimin tarafından çekildiği tespit edilip, çekilip bozdurulan bu altınlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, eşler arasında ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili, taraflar arasında boşanma davası açıldığını, müvekkiline düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının uzun süre bankada kaldığını, davalı kocanın bu şekilde bir kazanç elde edilmediğini söyleyerek dövize çevirmek ve geri vermek şartıyla ziynetleri ödünç olarak aldığı hâlde daha sonra bozdurup bir kısmı ile minibüs hattı satın aldığını, bir kısmını da dövize çevirip kendi adına bankaya yatırdığını, ziynet eşyalarını müvekkiline iade etmediğini ileri sürerek, davacı kadına ait olan ziynet eşyalarının aynen iadesine, bunun mümkün olmaması hâlinde ise bedeli olan 14.850,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, iddianın doğru olmadığını, evliliğin başından beri ziynet eşyalarının davacıda kaldığını, müvekkilinin uzun yıllardır yurt dışında çalıştığını, kendi birikiminin bulunduğunu, bunun bir kısmını banka mevduat hesabında değerlendirdiğini, minibüs hattının ise olmadığını, davacıdan hiç bir şekilde ziynet eşyası almadığını, takılan ziynet eşyalarının da dava dilekçesinde belirtilen miktarda olmadığı gibi talep edilen bedelin de fahiş olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, ziynet eşyalarının kolay taşınabilir ve muhafaza edilebilir olma özelliği ile davacı kadında bulunduğu karinesinin aksinin kanıtlanamadığı, ayrıca taraflarla yurt dışında komşu olan davalı tanık beyanıyla da ziynet eşyalarının davacı kadında olduğu kanaatinin oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 6. Hukuk Dairesince; davacının ileri sürdüğü iddiasını sunduğu deliller ve dinlettiği tanık beyanlarıyla kanıtlayamadığı, bununla birlikte dava dilekçesinde ve delil listesinde “yasal ve takdiri her türlü delil” demek suretiyle yemin deliline de dayandığı, böyle olunca davacıya ziynet eşyalarının elinden alındığı ve davalı tarafta kaldığı konusunda yemin teklif hakkının hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece anılan bozma kararına uyulmuş, yemin teklif hakkı hatırlatılan davacının yemin teklifinde bulunması, davalı asilin de mahkemeye gelerek yemin etmesi üzerine, davalının usulüne uygun olarak eda ettiği yemin karşısında iddianın ve ziynetlerin davalıda kaldığı hususunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Mahkemece verilen bu ikinci karar da davacı vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur.

Mahkemece, Yargıtay’ın öteden beri sapma göstermeyen içtihatlarına göre yeminin bölünemeyeceği, bu nedenle yemin beyanı altında söylenen sözlerin bir bütün olarak göz önünde bulundurulması gerektiği, bir davada taraflardan birinin diğerine yemin yöneltmesinin iddianın sonucunu yemin edecek kimsenin iradesine ve vicdanına bırakmak, buna rıza göstermek olduğu gibi gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yemine ilişkin hükümlerinde yemin altında söylenen sözlerin bölünmesine yer veren bir kuralın benimsenmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davalının yemin beyanı altında söylediği sözlerin bölünüp bölünemeyeceği, varılacak sonuca göre Özel Daire bozma kararında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılarak, bankadan alınıp bozdurulan altınlar yönünden davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m.187/1).

Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.

Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, HMK’nın 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

İspat için başvurulan araçları ifade eden deliller ise 6100 sayılı HMK’da senet, yemin, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından “kesin” ve “takdiri” deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır. Kesin deliller hâkimin bağlı olduğu ve takdir yetkisine sahip olmadığı delillerdir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki uyuşmazlık konusu olan “yemin delili” de kesin deliller içerisinde yer almakta olup, hâkimi bağlamaktadır (Kuru/Arslan/Yılmaz.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s. 406-413).

Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK).

Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK’nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Görüleceği üzere yemin, tarafın kendisinden kaynaklanan (ondan sadır olan) vakıalar hakkında verilebilir.

Kanunda, bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken (HMK. m. 225/2), tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıaların yemin konusu olamayacağı (HMK. m. 226) düzenlenmiştir.

Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf dahi yemin teklif edebilir. Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez (HMK. m. 227).

Kendisine yemin teklif edilen taraf yemini eda ettiği takdirde, yemin teklif eden kimsenin iddia ettiği vakıanın doğru olmadığı ispat edilmiş olur. Yani, yeminin eda edilmesi üzerine, artık ortada uyuşmazlık konusu olan vakıa kesin delille kanıtlanmış olacağından, karşı taraf o konuda yeni bir delil getiremez, hâkim de yeni araştırmada bulunamaz. Yemin, eda eden kişi ve mirasçıları lehine kesin delil teşkil eder.

Yukarıda ana hatlarıyla açıklanan tüm bu kurallar göstermektedir ki, yemini ispat yükü kendisine düşen taraf teklif edebilir (HGK’nın 30.10.1991 gün ve 1991/11-384 E., 1991/543 K.). Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın yemin teklif etmesinin hiçbir hukuki sonucu olmayacağı gibi iddia ve savunmasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat eden tarafın yemin teklif etmesine de gerek yoktur.

Somut olayda, dava konusu ziynet eşyalarının varlığı yanında bunların davalı tarafından alındığı konusundaki ispat yükünün davacı kadına ait olduğu, davacının da iddiasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat edemediği hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, davacı tarafından teklif edilen yemini eda eden davalının, yemin edeceği hususa bazı ilaveler yaparak yemini eda etmiş olması nedeniyle yemin altında söylediği sözlerin bölünüp bölünemeyeceğine ilişkindir.

Yemin ile iddianın sonucu, yemin edecek kimsenin iradesine ve vicdanına bırakılmış olur ve yemin altında söylenen sözler bölünemez. Gerçekten de yemin edecek olan kimse, ikrarda olduğu gibi, yemin edeceği hususa bazı ilaveler yapacak tarzda yemin edebilir. Bu takdirde yemin yine bütün olarak ele alınmak gerekir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1977, C.I,s. 575).

Konu ile ilgili olarak Kuru da, yemin edenin, mahkemenin hazırladığı yeminli ifade metnini aynen tekrarlamak zorunda olmayıp, kendisine sorulan sorulara metin dışı bazı açıklamalar yapmak suretiyle cevap verebileceğini; bu halde mahkemenin, yemin edenin sözlerini bölmeden tüm olarak değerlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C.III, s. 2530). Öğretide, yemin altında söylenen sözlerin bölünemeyeceği, yani yemin edilen husustaki ifadenin bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği hususu Ejder Yılmaz tarafından da dile getirilmektedir (Yılmaz, E.: Medeni Yargılama Hukukunda Yemin, Ankara 2012, s.178).

Nitekim, öğretide olduğu gibi Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1964 gün ve 146/253 sayılı kararı ile 16.03.2012 gün ve 2011/3-861 E., 2012/158 K. sayılı kararlarında da yemin teklif etmenin iddianın sonucunu yemin edecek kişinin iradesine ve vicdanına bırakma, yani onun söyleyeceklerinin doğru olduğunu hâkimin kabul etmesine önceden rıza göstermek demek olduğu ve yemin altında söylenen sözlerin tüm olarak göz önünde bulundurulması gerektiği benimsenmiştir.

O hâlde somut olayda davalının yemin beyanında söylediği sözlerin de bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.

Davalı yemininde, davacıya takılan ziynetlerin bir süre banka kiralık kasasında saklandığını, kendisinin yurt dışında olduğunu, davacının da yanında bulunduğunu, Türkiye’ye geldiklerinde ziynet eşyalarının bir kısmını davacı ile birlikte kasadan alarak ihtiyaçları için harcadıklarını, kasadan tek başına ziynet alıp bozdurmasının mümkün olmadığını, geriye kalan ziynetlerin de davacıda bulunduğunu, kendisinde kalan ziynet eşyası olmadığını beyan etmiştir. Görüleceği üzere davalı kendisinde kalan herhangi bir ziynet eşyası olmadığına dair yemin etmiş olup, davalının bu beyanı içinde geçen ziynetlerin bir kısmını davacı ile birlikte alarak ihtiyaçları için harcadıklarına ilişkin cümlenin bu beyandan ayrılarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Davalının yemin beyanı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacıya ait ziynet eşyalarının davalı tarafından geri verilmek şartıyla ödünç olarak alındığı, ancak iade edilmeyerek davalıda kaldığı yönündeki davacı iddiasının kanıtlanamadığının kabulü gerekmiştir.

Görüşmeler sırasında, yemin metni dışına çıkılamayacağına dair kanuni bir düzenlemenin bulunmadığı, yemin metni dışına çıkılarak ilave edilen kısımlar bakımından ise yeminin bölünemeyeceği ilkesinin uygulanamayacağı, somut olayda davalının yemin metni dışına çıkarak banka kiralık kasasında bulunan ziynet eşyalarının bir kısmını Türkiye’ye geldiklerinde davacı ile birlikte alarak ihtiyaçları için harcadıklarını beyan ettiği, yemin içeriğindeki bu beyanların yeni vakıalara ilişkin ikrar mahiyetinde olduğu, bağlantısız bileşik ikrar niteliğindeki bu vakıalar nedeniyle mahkemece bozma kararında belirtildiği gibi altınların saklandığı banka kiralık kasasının sadece davalı adına mı, yoksa müşterek hesap mı olduğu ve altınların kim tarafından çekildiği hususlarının tespit edilerek, alınıp bozdurulan altınlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki gerekçelerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.

Usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.03.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.