YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 14.03.2018 Esas: 2017 / 93 Karar: 2018 / 486

Yabancı Mahkeme Kararının Tanım ve Tenfizi – Yurt Dışına Tebligat Yöntemi

Özet:

Davacı vekili, davalının aldığı parayı geri ödememesi nedeniyle yurtdışında açtıkları davada verilen kararın kesinleştiğini bildirerek, Almanya Dortmund Asliye Hukuk Mahkemesi 7. Sivil Hukuk Dairesi’nin 16.12.2009 tarih 7 O 347/8 numaralı kararının tenfizini talep ve dava etmiştir. Düzeltme kararı ile birlikte asıl kararın da 17.09.2010 tarihinde davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğinin araştırılması; gerektiğinde düzeltme kararını tebliğ eden Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünden sorularak ya da kararı belgeyi veren yabancı mahkemeden istinabe suretiyle sorularak açıklığa kavuşturulması ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “Yabancı mahkeme kararının tenfizi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.09.2012 gün ve 2012/64 E., 2012/673 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece onanmış ise de onama kararına karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulması sonucunda Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 29.01.2014 gün ve 2013/18164 E., 2014/1623 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili, davalının aldığı parayı geri ödememesi nedeniyle yurtdışında açtıkları davada verilen kararın kesinleştiğini bildirerek, Almanya Dortmund Asliye Hukuk Mahkemesi 7. Sivil Hukuk Dairesi’nin 16.12.2009 tarih 7 O 347/8 numaralı kararının tenfizini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır.

Bu kez, davacı vekili karar düzeltme talep etmiştir.

Mahkemece, yabancı mahkeme kararının 15.01.2010 tarihinde postaya verilmek suretiyle kesinleştirildiği, doğrudan posta yolu ile tebliğ nedeniyle ortada kesinleşmiş bir karardan söz edilemeyeceği, davalı şirkete 17.09.2010 tarihinde Bakanlık aracılığıyla yapılan tebliğin, düzeltme kararının tebliğine ilişkin olduğu, tenfizine konu asıl kararın tebliğine ilişkin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yargılama aşamasında davacı vekili, asıl kararın Lahey Sözleşmesi uyarınca Adalet Bakanlığı aracılığıyla 17.09.2010 tarihinde tebliğ edildiğini ve yabancı mahkeme kararının bu tarihten sonra kesinleştiğinden, adi posta ile yapılan tebligatın bir önem arz etmediğini iddia etmiş, mahkemece bu iddia üzerinde yeterince durularak, araştırma yapılmamış, dosyada mübrez 02.06.2010 tarihli düzeltme kararında yazılı tebliğ şerhi nazara alınarak 17.09.2010 tarihinde yapılan usulüne uygun tebliğin yalnız düzeltme kararının tebliğine ilişkin olduğu kabul edilmiştir. Mahkemenin asıl kararı 16.12.2009 tarihli olup, 02.06.2010 tarihli düzeltme kararı ile, asıl karar başlığında davalı şirket temsilcisinin soyadında yapılan maddi hata düzeltilmiştir. Düzeltme kararında, “yukarıdaki karar”ın 17.09.2010 tarihinde Türk makamlarınca tebliğ edildiği yazılı olup, düzeltme kararının ve asıl kararın yukarısında aynı dosya numarasının yer aldığı görülmektedir. Tebliğ şerhinde yazılı olan “yukarıdaki karar” ibaresinden asıl karar numarasının mı yoksa düzeltme kararının mı anlaşılacağı konusunda tereddüt hasıl olmaktadır. Davacı vekilince karar düzeltme dilekçesi ekinde aslı ve tercümesi sunulan, yabancı mahkemenin asıl kararla aynı dosya numarasını taşıyan belgede ise 16.12.2009 tarihli kararın davalıya Türk makamları kanalıyla 17.09.2009 tarihinde (2010 olması gerekiyor) tebliğ edildiği belirtilmiştir. Bu durumda, düzeltme kararı verilmesi üzerine düzeltme kararıyla birlikte asıl kararın da mı davalıya 17.09.2010 tarihinde usulüne uygun tebliğ edildiğinin, mahkemece; gerektiğinde kararı ve belgeyi veren yabancı mahkemeden istinabe suretiyle açıkça sorularak araştırılması ve bu araştırma sonucuna göre, yabancı mahkemece ilamına 09.05.2011 tarihinde kesinleşme şerhi verilmesi nedeniyle usulünce kesinleşmenin bu tarihten ve dava tarihinden önce gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi gerekir. Davacı vekilinin, ilamın usulüne uygun tebliğ edildiğine ve usulünce kesinleştiğine ilişkin iddiası üzerinde yeterince durulmadan yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamış, davacı vekilinin buna ilişen karar düzeltme itirazının kabulüyle hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, yabancı mahkeme kararının tenfizi istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı şirketin müvekkilinden tahsil ettiği parayı geri ödemediğini, müvekkilince davalı aleyhine Federal Almanya Cumhuriyeti Dortmund Asliye Hukuk Mahkemesi 7. Sivil Hukuk Dairesi’ne açılan davanın müvekkili lehine sonuçlandığını ve yabancı mahkeme kararının kesinleştiğini ileri sürerek, Dortmund Asliye Hukuk Mahkemesi 7. Sivil Hukuk Dairesi’nin 16.12.2009 tarih ve 7 O 347/08 numaralı kararının ve masraf tespit kararının tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, yabancı mahkeme dosyasındaki davacı taleplerinin Lüksemburg’daki Kombassan Holding S.A isimli şirkete ilişkin olduğunu, dolayısıyla davacı taleplerinin müvekkili ile ilgisinin bulunmadığını ve husumetin yanlış tevcih edildiğini, yabancı mahkeme kararının usulüne uygun olarak müvekkiline tebliğ edilmediğini, yabancı mahkeme kararına konu teşkil eden ihtilafta Türk Mahkemelerinin münhasır yetkisinin bulunduğunu, olayda tenfiz şartlarının oluşmadığını, yabancı mahkemenin kendi usul hukuku kurallarına aykırı davranarak karar tesis ettiğini, kararın gerekçeden yoksun ve Türk kamu düzenine aykırı olduğunu, kararın illiyetten yoksun bulunduğu gibi davacının kanuna karşı hile yolu ile söz konusu kararı elde ettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, 1965 tarihli Hukuki ve Ticari konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair Lahey Sözleşmesine Türkiye ve Almanya’nın taraf bulunduğu, Türkiye yönünden bu sözleşmenin 28.04.1972 tarihinde yürürlüğe girdiği, anılan Lahey sözleşmesi ile kabul edilen istisnai tebligat yöntemlerinden birinin de doğrudan posta yolu ile tebligata ilişkin olup, bu yönteme sadece Sözleşmenin 10. maddesine çekince koymayan ülkeler açısından başvurmanın mümkün olduğu, Türkiye’nin 10. maddedeki tebligat yöntemini kabul etmeyeceğini bu maddeye koyduğu çekince ile açıkça belirttiği, dosya kapsamı gereğince yabancı mahkeme kararının 15.01.2010 tarihinde postaya verilmek suretiyle ve iki hafta sonrası olan 29.01.2010 tarihi itibarı ile tebliğ edildiği kabul edilmek suretiyle 09.05.2011 tarihinde kesinleşme işleminin yapıldığı, buna göre söz konusu mahkemenin gıyapta verdiği dava ve tenfize konu kararın, doğrudan posta yolu ile tebliğ yoluna gidilmesi nedeni ile MÖHUK’nın 50. maddesi gereğince ortada kesinleşmiş bir karar olduğundan söz edilemeyeceği, davacı taraf her ne kadar 17.09.2010 tarihinde davalı şirkete tebligat yapıldığını iddia etmiş ise de; söz konusu tebligatın düzeltme kararının tebliğine ilişkin olduğu, tenfize konu 09.05.2011 tarihinde kesinleşen yabancı mahkeme kararının tebliğine ilişkin olmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar taraf vekillerince temyiz edilmiş, Özel Dairenin 07.10.2013 tarih ve 2013/1224 Esas, 2013/17733 Karar sayılı kararıyla onanmıştır.

Davacı vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki gerekçeler yanında kesinleşen kararın daha sonra yeniden tebliğe çıkartılmasının gerek Türk Usul Hukuku ve gerekse de Alman Usul Hukuku açısından mümkün olmadığı, böyle bir tebligatın çıkartıldığı varsayılsa dahi kararın kesinleşmesini ve sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, aynı davalı yönünden çok sayıda açılan tenfiz dava dosyalarına sunulan kararlar dikkate alındığında; doğrudan posta yoluyla yapılan tebligattan sonra yapılan tebliğlerin itiraz veya temyize etkisinin olmadığı, doğrudan posta yoluyla yapılan tebligata göre karar kesinleşmiş sayıldığından, sonradan yapılan tebliğlerin ve yasal süresi içerisinde olsa da itiraz ve temyizlerin geçersiz olduğu belirtilerek yapılan itiraz ve temyiz istemlerinin reddine karar verildiği bilinen bir gerçek olduğu, bu durumda davalının savunma ve temyiz hakkı engellenemeyeceği, yabancı mahkeme kararında yazılı olan kesinleşme şerhinin, sonradan yapıldığı iddia edilen tebliğ tarihlerinden sonra olmasının sonuca hiçbir etkisi olmayacağı gibi davacıya da bir hak bahşetmeyeceği, davalının savunma ve temyiz hakkı ilk karar tebliği usulüne uygun olarak yapılmadığından dolayı engellendiği gibi sonradan yapıldığı iddia edilen karar tebliğlerinin de Alman Usul Kanunları gereğince davalıya savunma ve temyiz hakkı kazandırmadığından, ortada usulüne uygun kesinleşmiş karar bulunmadığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, tenfizi istenen asıl kararın 02.06.2010 tarihli düzeltme kararıyla birlikte tebliğe çıkarılıp çıkarılmadığı ve 17.09.2010 tarihinde davalıya usulüne uygun tebliğ edilip edilmediğinin araştırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce mahkemece direnme kararında, ilk karardaki gerekçe yanında kesinleşen kararın daha sonra yeniden tebliğe çıkartılmasının gerek Türk Usul Hukuku ve gerekse de Alman Usul Hukuku açısından mümkün olmadığı, böyle bir tebligatın çıkartıldığı varsayılsa dahi kararın kesinleşmesini ve sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, sonradan yapıldığı iddia edilen karar tebliğlerinin de Alman Usul Kanunları gereğince davalıya savunma ve temyiz hakkı kazandırmadığından ortada usulüne uygun kesinleşmiş karar bulunmadığı yönündeki gerekçesine de yer verilmiş olması karşısında, direnmeye konu kararın bozma kararından esinlenilerek yeni bir gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, varılacak sonuca göre temyiz incelemesinin Özel Dairece mi, Hukuk Genel Kurulunca mı yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmış ve belirtilen bu hususun yeni hüküm teşkil etmeyeceği dolayısıyla ön sorun bulunmadığı oy birliğiyle kabul edilerek işin esasına geçilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle tenfizle ilgili kısa açıklama yapılmasında yarar vardır;
Tenfiz, bir hükmün zorla icra kabiliyetinin verildiği devlet ülkesinden başka bir devlet ülkesinde de göstermesidir (Tiryakioğlu, B.: Boşanma Kararlarının Türkiye’de Tanınması ve Tenfizi, Ankara 1996, s.15).

Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye’de icra olunabilmesi, yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır (5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, m. 50).

Yabancı mahkeme ilamının ve bu ilamın kesinleştiğine ilişkin belgenin, o ülke makamlarınca usulen onanmış aslının veya onaylı sureti ile bu belgelerin onanmış tercümelerinin yetkili Türk mahkemesine ibrazı zorunludur (MÖHUK, m. 53).

Aynı Yasanın 54’üncü maddesinde ise, hangi şartların gerçekleşmesi durumunda tenfiz kararının verilebileceği düzenlenmiş olup, uyuşmazlığın çözümü için aşağıda ayrıntılı olarak incelenecek olan yasa hükmü aynen;

“Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:

a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiili uygulamanın bulunması.

b) İlamın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilamın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde, kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.

c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.

ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.” hükmünü içermektedir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, somut uyuşmazlık tenfizi istenen asıl kararın 02.06.2010 tarihli düzeltme kararıyla birlikte tebliğe çıkarılıp çıkarılmadığı ve 17.09.2010 tarihinde davalıya usulüne uygun tebliğ edilip edilmediğinin araştırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığa ilişkin olarak hukuki düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

1965 tarihli Hukuki ve Ticari Konularda Adlî ve Gayrî Adlî Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair Lahey Sözleşmesi’nin (Lahey Sözleşmesi) 10’uncu maddesi:

“Talep edilen Devlet itiraz etmedikçe işbu Sözleşme:

a) Adlî belgelerin yabancı memleketlerdeki kişilere doğruca posta vasıtası ile gönderilmesinde;

b) Menşe Devletindeki adalet görevlileri, Devlet memurları veya Devletin diğer yetkili kişilerinin adlî belgelere ilişkin tebligatı doğruca talep edilen Devletteki tebligat yapmağa yetkili kimseler Devlet memurları veya Devletin yetkili diğer kişileri aracılığı ile yapmakta;

c) Bir dava ile ilgili herhangi bir kimsenin, adlî belgelere ilişkin tebligatı doğruca talep edilen Devletin tebligat yapmağa yetkili kimseleri, devlet memurları veya o Devletin diğer yetkili kişileri vasıtası ile yaptırmakta muhtar olmasına engel teşkil etmez” Olarak düzenlenmiştir.

Lahey Sözleşmesine Türkiye ve Almanya’nın taraf bulunduğu, Türkiye yönünden bu sözleşmenin 28.04.1972 tarihinde yürürlüğe girdiği, bu sözleşme ile kabul edilen istisnai tebligat yöntemlerinden birinin de doğrudan posta yolu ile tebligata ilişkin olup, bu yönteme sadece sözleşmenin 10. maddesine çekince koymayan ülkeler açısından başvurmanın mümkün olduğu, Türkiye’nin ise yukarıdaki paragrafta belirtilen 10. maddedeki tebligat yöntemini kabul etmeyeceğini bu maddeye koyduğu çekince ile açıkça belirtilmiştir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 26’ıncı maddesi:

“Anlaşmalar hükümleri ve mütekabiliyet esasları mahfuz kalmak şartiyle, Türkiye’de mukim yerli ve yabancı şahıslara tebliğ edilmek üzere ecnebi bir memleketin elçiliğinden veya havzasında bulunduğu valilik kanalı ile konsolosluğundan Dışişleri Bakanlığına tevdi olunan evrak, ilgili vekâlet kanalı ile salahiyetli mercie gönderilir ve tebliğ muamelesinin ifasını müteakip tasdikli olarak aynı yollardan iade edilir”. Hükmünü içermektedir.

Hukuki Alanlarda Uluslararası Adli Tebligat İşlemleri ne ilişkin Adalet Bakanlığı Uluslararası ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nün 16.11.2011 tarih ve 63/3 nolu Genelgesi’nde Yabancı Devletlerden Gelen Tebligat Talepleri’nde aşağıda belirtilen ilkeler uygulanır:

“46. Yurt dışından Türkiye’ye yapılacak tebligat taleplerinin dayanakları Tebligat Kanunu ile Türkiye’nin taraf olduğu ikili anlaşma veya çok taraflı sözleşmeler ve uluslararası adli yardımlaşma kurallarıdır.

47. Yabancı bir devletin Türkiye’den talep etliği tebligatta, talep eden devlet ile Türkiye arasında herhangi bir ikili anlaşma veya çok taraflı sözleşme bulunmaması halinde, tebligat karşılıklılık ilkesi ve uluslararası adli yardımlaşma kuralları çerçevesinde yerine getirilir. Buna göre, adli evrakın tebliği, muhatabın bulunduğu yerdeki Cumhuriyet başsavcılığı vasıtasıyla Tebligat Kanununun 26’ncı maddesine uygun olarak yaptırılır. Tebliğ yapıldıktan sonra düzenlenecek tasdikli tebliğ mazbatası, talep eden yabancı devlet makamına iletilmek üzere Bakanlığımıza gönderilmelidir.

48. Yabancı bir devletten gelen tebliğ talebinde, Türkiye ile birlikte talepte bulunan devlet de. 1954 tarihli Lahey Hukuk Usulü Sözleşmesine veya 1965 Lahey Tebligat Sözleşmesine katılmış veya iki devlet arasında ikili anlaşma var ise, tebligat işlemleri bu anlaşma veya sözleşmeler hükümlerine göre yerine getirilecektir. Bu şekilde, Bakanlığımıza gönderilen tebligat evrakı, tebliğ edilecek şahsın adresinin bulunduğu yerdeki Cumhuriyet başsavcılığına iletilmektedir.

49. Cumhuriyet başsavcılığınca tebligat, PTT aracılığı ile Tebligat Kanunu hükümlerine göre yaptırılır. Ancak evrakın Türkçe tercümesinin bulunmadığı hallerde, muhatap özellikle ve açıkça kabul ettiği takdirde tebligat yaptırılacaktır. Muhatap kabul etmediği ve rıza göstermediği takdirde Türkçe tercümesi bulunmayan evrak kesinlikle tebliğ edilmeyecektir. Sonuçla düzenlenecek tebliğ mazbatasının yabancı devlet makamına iletilmek üzere Bakanlığımıza gönderilmesi gerekmekledir.

50. Yabancı devlet makamından gönderilen tebligat evrakı içeriği itibariyle, Türkiye’nin egemenliğine, güvenliğine veya kamu düzenine aykırı görülürse tebligat yapılmayarak, bu gerekçeler gösterilmek suretiyle tebligat istemi reddedilebilir”. Şeklindedir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, mahkemece yabancı mahkeme kararının 15.01.2010 tarihinde postaya verilmek suretiyle kesinleştirildiği, doğrudan posta yolu ile tebliğ nedeniyle ortada kesinleşmiş bir karardan söz edilemeyeceği, davalı şirkete 17.09.2010 tarihinde Bakanlık aracılığıyla yapılan tebliğin ise düzeltme kararının tebliğine ilişkin olduğu, tenfiz istemine konu asıl kararın tebliğine ilişkin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki, davacı vekili yargılama sırasında, asıl kararın Lahey Sözleşmesi uyarınca Adalet Bakanlığı aracılığıyla 17.09.2010 tarihinde tebliğ edildiğini ve yabancı mahkeme kararının bu tarihten sonra kesinleştiğinden, adi posta ile yapılan tebligatın bir önem arz etmediğini ileri sürmüştür. Mahkemece bu husus üzerinde durulmadan karar verilmiştir.

Dosya kapsamından yabancı mahkemece verilen asıl kararın 16.12.2009 tarihli olduğu, 02.06.2010 tarihli düzeltme kararında ise asıl karar başlığında yer alan davalı şirket temsilcisinin soyadındaki maddi hatanın düzeltildiği anlaşılmaktadır.

O hâlde, yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler uyarınca davacı vekilinin iddiası üzerinde durularak, düzeltme kararı ile birlikte asıl kararın da 17.09.2010 tarihinde davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediğinin araştırılması; gerektiğinde düzeltme kararını tebliğ eden Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünden sorularak ya da kararı belgeyi veren yabancı mahkemeden istinabe suretiyle sorularak açıklığa kavuşturulması ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30’uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici 3’üncü madde” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.03.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.