YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 02.02.2011 Esas: 2010 / 1-693 Karar: 2011 / 3

Muris Muvazaasına Dayalı Tapu İptali ve Tescil Davasında Murisin Ehliyetsizliğine İlişkin Bir İddia ve Savunma İleri Sürülmemiş, Dosyada Bu Yönde Delil ve Emare de Yoksa Bu Konunun Araştırılması Gerekmez.

Özet:

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılmış olan tapu iptali ve tescil davasında uyuşmazlık, murisin tasarruf ehliyeti yönünden bir araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Dosya kapsamından, murisin ehliyetsizliğine ilişkin bir iddia ve savunma ileri sürülmediği gibi dosyada bu yönde bir delil ve emare de bulunmadığı, murisin öldüğü tarihe kadar hukuki ehliyete sahip olduğu, ölünceye kadar bakma sözleşmesini yapma amacının, kendisine ve zeka özürlü oğluna bakan davalıya bu hizmetlerinin karşılığı ve ölünceye kadar iyi bakılmak amacıyla bilerek ve isteyerek devretmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, murisin ehliyetsizliğine ilişkin iddia ve savunma ileri sürülmediği gibi dosyada bu yönde bir delil ve emare de bulunmadığından ehliyetsizlik yönünden araştırılma yapılmasına gerek yoktur.

Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 22.02.2008 gün ve 2005/8 E.,2008/52 K. sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 03.11.2008 gün ve 2008/8225 E., 2008/11114 K. sayılı ilamı ile;

(…Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal, tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 22 ayrı taşınmazın miras bırakan Hasan adına kayıtlı iken 25.02.1997 tarihinde ölünceye kadar bakma akdi ile davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.

İddianın ileri sürülüş biçiminden davada ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanıldığı görülmektedir.

Bilindiği üzere, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.1990 gün 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi davada maddi olaylar bakımından birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.

Ne var ki, ehliyetsizlik iddiası kamu düzenine ilişkin olup re’sen gözetilmesi gerekeceğinden öncelikle bu iddia yönünden bir araştırma yapılmasında zorunluluk vardır.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanun’un “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış; 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanun’un 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.06.1941 tarih 4/21).

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması, tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanun’un 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde ileri sürülen diğer hukuki sebep yönünden sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ehliyetsizlik iddiasının kamu düzenine ilişkin olduğu gözetilmeksizin bu konuda bir araştırma yapılmadan hüküm kurulmuş olması doğru değildir…) gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, ortak miras bırakanları Hasan’ın dava konusu 22 ayrı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğluna temlik ettiğini ileri sürerek, tapuların miras payı oranında iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuştur.

Davalı, miras bırakana ve 1971 yılından beri vasisi olduğu dava dışı kardeşine baktığını, temliklerin muvazaalı olmadığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın, davalı tarafından temyizi üzerine yüksek özel dairece; muris bakımından ehliyetsizlik yönünden araştırma yapılması gerektiği gerekçesi ile hüküm bozulmuştur.

Yerel mahkemece, gerek dava dilekçesinde, gerek cevap dilekçesinde davacı ve davalı vekillerinin murisin akitlerin yapıldığı tarih itibariyle ehliyetsiz olduğu yönünde bir beyanda bulunmadıkları gibi, davacı vekilinin murisin ehliyetsizlik olduğu yönünde bir araştırma talebinin de olmadığı, her iki taraf vekilinin dava ve cevap dilekçelerinde murisin oğlu ve mirasçısı “Hüseyin’in” temyiz kudretinden yoksun olduğunu beyan ettikleri, bu konuda da vasilik kararı bulunduğundan tereddütlü bir durumun bulunmadığı gerekçeleri ile önceki hükümde direnilmiştir.

Uyuşmazlık; murisin tasarruf ehliyeti yönünden mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Her ne kadar özel dairece, murisin işlem tarihinde ehliyetinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği gerekçesi ile bozma sevk edilmişse de, tarafların hiç birinin murisin ehliyetsiz olduğu yönünde bir beyanda bulunmadığı, alınan tanık beyanlarından; murisin ölünceye, kadar tüm yaşamı boyunca hukuki ehliyete sahip olduğu, aklının başında ve yaptığı işlerin farkında olduğu; bunun yanında, murisin ölünceye kadar bakma sözleşmesini yapma amacının, yanında kaldığı, kendisine ve zeka özürlü diğer oğluna bakan davalıya bu hizmetleri karşılığı ve ölünceye kadar iyi bir şekilde bakımını temin etme amacıyla, bilerek ve isteyerek devretmek olduğu anlaşılmaktadır. Toplanan diğer delillerden de murisin ölmezden bir ay kadar önce zatürre, anemi ve kalp yetmezliği tanısı ile hastaneye yatırıldığı, 10 gün hastanede kaldığı, şifa bulduğundan taburcu edildiği görülmektedir.

Bu durumda, dosyada murisin tasarruf ehliyetinin bulunmadığını gösteren hiçbir delil ve emare olmadığı gibi bu konuda taraflarca ileri sürülen bir iddia ve savunma da bulunmadığından, yerel mahkemenin ehliyetsizlik yönünden bir araştırma yapılmasının gerekmediğine ilişkin direnme gerekçesi yerindedir.

Ne var ki, işin esası özel dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere, dosya özel daireye gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin esasa yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 02.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.