YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 21.02.2018 Esas: 2017 / 2555 Karar: 2018 / 247

Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil – Kamulaştırma Kanunu – Yapı Bedeli

Özet:

Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir. Kamulaştırma Kanunun 25/1. maddesi uyarınca dava konusu taşınmazın mülkiyeti tescil ile davacı idareye geçeceğinde ve yapıların dosyaya yansıyan özelliklerine göre 6495 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 02.08.2013 tarihinden önce yapıldıklarından söz konusu yasanın uygulama olanağı bulunmadığı, bu itibarla yapı bedellerinin tahsiline karar verilmesi gerektiğinden, Mevcut yapıların niteliği ve dosyaya yansıyan özelliklerine göre eksik imalat oranı % 65’den az olamayacağından buna göre yapı bedelleri tekrardan belirlenip, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile yapı bedeline hükmedilmemesi doğru görülmemiştir.

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Siirt 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.11.2013 gün ve 2013/534 E., 2013/818 K. sayılı karar, davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü vekili ile davalı … ve arkadaşları vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 03.07.2014 gün ve 2014/6953 E., 2014/19837 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı idare ile davalılardan … vd. … vekillerince temyiz edilmiştir.

Arazisi niteliğinde taşınmaza gelir metodu esas alınarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Bu nedenle davacı vekilinin tüm, davalılardan … vd. vekillerinin ise aşağıdaki bent dışındaki temyiz itirazları yerinde değildir. Ancak;

Kamulaştırma Kanunun 25/1. maddesi uyarınca dava konusu taşınmazın mülkiyeti tescil ile davacı idareye geçeceğinde ve yapıların dosyaya yansıyan özelliklerine göre 6495 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 02.08.2013 tarihinden önce yapıldıklarından söz konusu yasanın uygulama olanağı bulunmadığı, bu itibarla yapı bedellerinin tahsiline karar verilmesi gerektiğinden,
Mevcut yapıların niteliği ve dosyaya yansıyan özelliklerine göre eksik imalat oranı % 65’den az olamayacağından buna göre yapı bedelleri tekrardan belirlenip, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile yapı bedeline hükmedilmemesi, doğru görülmemiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı idare vekili davalılara ait taşımazın Ilısu Barajı ve HES Baraj Gölü alanında kalması nedeniyle kamulaştırmasına karar verildiğini, kamulaştırılacak taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla uzlaşma komisyonu kurulduğunu ve mülk sahibinin kamulaştırmaya konu taşınmazı pazarlıkla satmak hususunda iradesini bildirmek ve uzlaşma komisyonu ile pazarlık görüşmeleri yapmak üzere davet edildiğini, ancak mülk sahibinin pazarlık görüşmesine katılmadığını, bu nedenle de kamulaştırma işleminin satın alma usulü ile gerçekleşmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ile … adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … ve arkadaşları vekili taşınmazın değerinin düşük belirlendiğini savunmuştur.
Diğer davalılara ayrı ayrı duruşma gününü bildirir tebligat çıkartılmış olup, davalılar duruşmaya gelmemişler, esas hakkında bir beyanda da bulunmamışlardır.

Mahkemece dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti için eldeki davanın açıldığı ve taşınmazın gerçek değerinin belirlenmesi amacıyla keşif yapıldığı, yapılan keşif sırasında dava konusu taşınmazın üzerinde kullanım amacı dışında bina bulunduğunun tespit edildiği, bilirkişi kurulu tarafından taşınmazın çıplak arazi bedeli ile taşınmaz üzerindeki binaların bedellerinin ayrı ayrı hesaplandığı, binanın eksiklerinin bulunduğunun ve 0-1 yaş aralığında olduğunun raporda açıkça yazıldığı, gerek keşif esnasında yapılan gözlem gerekse bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde binanın değerinin kamulaştırma bedelinin hesaplanmasında dikkate alınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı, mülkiyet hakkına dayalı olarak bina yapılan taşınmazın köy merkezi yerleşim alanında bulunmadığı ve taşınmazın tarım arazisi nitelinde olduğu gözetildiğinde taşınmaz üzerine bina yapılmasının aslında kullanım amacını taşımadığı, bunun dışında bilirkişi raporunun ayrıntılı ve denetime açık, bilimsel verilere uygun olduğu, kamulaştırma kriterlerine uyduğu, bu yönüyle hüküm kurmaya elverişli bulunduğu düşünülerek yapı için belirlenen miktar çıkarıldıktan sonra kalan bedel üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davacı idare vekili ve davalı … ve arkadaşları vekili ile davalı … vekili tarafından ayrı ayrı temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece Özel Dairenin bozma kararında mahkemenin gerekçeli kararında tartıştığı iyi niyet, dürüstlük kuralı ve hakkın açıkça kötüye kullanımı gibi hususların dikkate alınmadığı ve değerlendirmenin bu unsurlar çerçevesinde yapılmadığı, bu durumun ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. ve 36. maddeleri ile AİHS’nin 6. maddesi çerçevesinde güvence altına alınan hukuki dinlenilme hakkına ve gerekçeli karar alma hakkına aykırı olduğu, mahkemece verilen kararın hukukun temel ilkeleri üzerinde tartışma yarattığı, ancak bozma kararında bu yönün gözetilmediği ve gerekçe konusu yapılmayan bir konunun bozma sebebi olarak kabul edilmesinin verilen kararı karşılamadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü vekili ve davalı … ve arkadaşları vekili ile davalı … tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle açılan eldeki davada taşınmaz üzerinde bulunan yapının kamulaştırma bedelinin arttırılması amacıyla inşa edilip edilmediği ve TMK’nın 2. maddesi uyarınca hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre taşınmaz üzerinde bulunan yapının değerinin, niteliği ve özelliklerine göre eksik imalat oranı (%65’ten az olmamak kaydıyla) belirtilmek suretiyle kamulaştırma bedelinin tespitinde dikkate alınıp alınmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce davanın kabulü yönündeki ilk kararın Özel Daire tarafından bozulması üzerine yerel mahkemece verilen direnme kararının gerekçesinde, Özel Dairenin bozma kararında mahkemenin gerekçeli kararında tartıştığı iyi niyet, dürüstlük kuralı ve hakkın açıkça kötüye kullanımı gibi hususların dikkate alınmadığı ve değerlendirmenin bu unsurlar çerçevesinde yapılmadığı, bu durumun ise Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. ve 36. maddeleri ile AİHS’nin 6. maddesi çerçevesinde güvence altına alınan hukuki dinlenilme hakkına ve gerekçeli karar alma hakkına aykırı olduğu, mahkemece verilen kararın hukukun temel ilkeleri üzerinde tartışma yarattığı, ancak bozma kararında bu yönün gözetilmediği ve gerekçe konusu yapılmayan bir konunun bozma sebebi olarak kabul edilmesinin verilen kararı karşılamadığının belirtildiği dikkate alındığında; temyize konu direnme kararının, Anayasa’nın 141/3 ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388/3.) maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği ve buna göre direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.

Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Bu kapsamda, HMK’nın “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesi:

“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklindedir.

Buna göre bir mahkeme hükmünde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.

Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçede hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Böylece hâkim gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı (isabetli) olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Arslan R./ Yılmaz E./ Taşpınar Ayvaz, S: Medeni Usul Hukuku, 2. Baskı, Ankara 2016, s. 468).
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Hukuk Genel Kurulunun 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararında da bu hususlar benimsenmiştir.

Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde yazılması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozma kararının yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama, gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının yanlı düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Yargıtay’ca bozulan yerel mahkeme kararının ortadan kalktığı ve hukuki geçerliliğini yitirdiği ilkesi benimsendiğinden ve bozulan karar da sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından, bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulu’nun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).

Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararında Özel Dairenin Kamulaştırma Kanunu’nun 25/1. maddesi uyarınca dava konusu taşınmazın mülkiyetinin tescil ile davacı idareye geçeceği ve yapıların dosyaya yansıyan özelliklerine göre 6495 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 02.08.2013 tarihinden önce yapıldıkları dikkate alındığında, bahsi geçen Yasanın uygulama olanağı bulunmadığı, bu itibarla yapı bedellerinin tahsiline karar verilmesi gerektiği belirtildikten sonra, yapıların niteliği ve özelliklerine göre eksik imalat oranı (% 65’den az olamayacağından) belirlenerek, sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret eden bozma kararına karşı hangi nedenlerle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.

Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasanın ve Kanunun aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir.

O hâlde, mahkemece yapılacak iş özellikle Anayasa’nın 141’nci maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

Eldeki davada, niteliği ve eksik imalat oranı göz önüne alınmak suretiyle yapının değerinin belirlenmesi ve bu şekilde bedeline hükmedilmesi gereğine işaret eden bozma nedeni yönünden ortada yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş, ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır.

Şu hâle göre açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekir.

SONUÇ: Davacı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü vekili ile davalı … ve arkadaşları vekili ve davalı …’ın temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 21.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.