YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 14.02.2018 Esas: 2017 / 1366 Karar: 2018 / 210

Manevi Tazminat – Kamu Görevlisi – Hizmet Kusuru – Disiplin Cezası – İdari Yargı – Husumet

Özet:

Dava, manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır. Bakırköy İlçe Belediye Başkanı ile Başkan Yardımcısı olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalıların, davacı hakkında düzenledikleri raporlar ve disiplin cezaları nedeniyle tazminat isteminde bulunulmuştur. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir. Davalılara husumet yöneltilemez. Husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi gerekir.

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.06.2013 gün ve 2009/143 E. 2013/265 K. sayılı karar davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 03.03.2014 gün ve 2014/877 E., 2014/3491 K. sayılı kararı ile;

(…Dava, manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Bakırköy İlçe Belediye Başkanı ile Başkan Yardımcısı olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalıların, davacı hakkında düzenledikleri raporlar ve disiplin cezaları nedeniyle tazminat isteminde bulunulmuştur. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir. Davalılara husumet yöneltilemez. Husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi gerekir. Mahkemece, uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı halen Bakırköy Belediyesi Teftiş Kurulu Müdürlüğü’nde müfettiş olarak görev yaptığını, davalılar tarafından 2004 yılına ait gizli sicil raporunda on adet değerlendirme unsurunda yetersiz olduğu belirtilerek olumsuz sicil düzenlendiğini, belirtilen hususlardaki eksiklik ve kusurlarından dolayı uyarma yazısı tebliğ edildiğini, gizli sicil raporuna karşı yasal süresi içerisinde itiraz ettiğini, 24.01.2005 tarihli itiraz dilekçesinde savunma kapsamında 1. sicil amiri olan …’in görevini yerine getirirken objektif, tarafsız ve adil bir şekilde davranmadığı, keyfi tutum ve davranış sergilediği, 2. sicil amiri durumundaki Başkan’ın da yanıltıldığını düşündüğü, her yıl çok iyi sicil almış bir kişi olarak verilen olumsuz sicilin 26 yıllık memuriyet yaşantısı süresince aldığı siciller ile çelişkili olduğu, olumsuz değerlendirmelerin herhangi bir belgeye dayanmadığı ibarelerine yer verdiğini, itiraz başvurusuna olumlu ya da olumsuz bir cevap alamaması üzerine İstanbul 3. İdare Mahkemesinde 2004 yılı sicil raporunun iptali istemi ile dava açtığını, İdare Mahkemesince yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine sicil raporunun olumlu olarak yeniden doldurulduğunu, daha sonra da dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini, ancak bu süreç içerisinde itiraz dilekçesinde kullandığı ifadeler nedeniyle hakkında disiplin soruşturması açıldığını, disiplin soruşturması zamanaşımının dolduğu dikkate alınmadan aylıktan kesme cezası verildiğini, bu cezaya karşı önce itiraz ettiğini, sonra da idari yargı yoluna gittiğini, İstanbul 3. İdare Mahkemesince dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini, diğer taraftan bu davanın konusunun dışında olmakla beraber, 30.11.2004 – 28.04.2006 tarihleri arasında yaklaşık son 1,5 yıl içerisinde 31 ayrı disiplin soruşturması neticesinde (3) uyarma, (12) kınama, (6) aylıktan kesme, (2) kademe ilerlemesinin durdurulması olmak üzere toplam 23 disiplin cezası verildiğini, anılan disiplin cezalarına karşı başvurduğu hukuki sürecin hâlen devam ettiğini, 2004 yılı gizli sicil raporunun olumsuz olarak düzenlenmesi ve devamında hukuka aykırı disiplin cezası verilmesi eylemleri ile davalıların yasalara ve gerçeklere tamamen aykırı, bilgi ve belgeye dayanmadan, iyi niyetle bağdaşmayan, şahsını ve itibarını rencide edici, yanıltıcı ve suç isnat edici, eziyet verici uygulamalarda bulunduğunu, bu durumun saygınlığını ve hayatını olumsuz yönde etkilediğini, mesleki onur ve saygınlığını rencide ettiğini, amirleri konumundaki davalıların kişisel kusurları ile kişilik haklarını ihlal ettiğini ileri sürerek 20.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Hilmi Ateş Ünalerzen vekili müvekkilinin hâlen Bakırköy Belediye Başkanı olduğunu ve 657 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğunu, davada iddia edilen zararın idari eylem ve işlemden kaynaklandığından Anayasa’nın 129/5 maddesi ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, davacının 2004 yılı gizli sicil raporuna itiraz dilekçesinde ve savunmasında yer verdiği ibareler ile müvekkilinin davaya konu zarara yol açtığı iddia edilen işlemden dolayı bir sorumluluğunun olmadığını açıkça kabul etmiş olduğunu, doğduğu iddia edilen zarardan müvekkilinin sorumlu olmadığını, ayrıca 2004 yılı sicil raporunun da somut olgulara dayandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı … vekili idari işleme ve davalıların hizmet kusuruna dayanılmış olması nedeniyle davanın husumet yönünden reddi gerektiğini, davacı hakkında somut durum ve olaylar değerlendirilerek ve disipline aykırı fiil ve davranışları nedeniyle olumsuz sicil düzenlendiğini, ancak İdare Mahkemesinin iptal kararı üzerine yeniden sicil raporu düzenlendiğini, yargı kararına tam olarak ve zamanında uyulduğunu, davacının manevi tazminat talebinde bulunmasını gerektiren bir durumun olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacı ile 1. ve 2. sicil amiri konumunda olan davalıların kamu hizmeti veren bir kurumda üst düzeyde birlikte çalıştıkları, ancak karşılıklı olarak olumsuz ve huzursuz bir mesai birlikteliği içerisinde oldukları, davalıların çalışma olgusunu tüm ölçüleri ile değerlendirip bu doğrultuda davacı hakkında 2004 yılı sicil raporunu doldurdukları, ancak davacının itirazı ve idare mahkemesinde açtığı davanın lehine sonuçlanması sonucunda çalıştığı kuruma başvurduğu ve bu sicil raporunun mahkeme kararı doğrultusunda yeniden düzenlenmesini sağladığı, dolayısıyla her iki tarafın yasal hak ve görevler çerçevesinde işlem yaptıkları, idare mahkemesinin vermiş olduğu yürütmenin durdurulması kararının idare tarafından uygulandığı, bunun dışında sicil raporunda yazılı olan hususların tamamen sicil amirlerinin değerlendirme yetkisi içerisinde olup, denetime açık olduğu ve denetlendiği, davacının eski görevini sürdürdüğü, davacının manevi tazminat isteğinin yasal dayanaklarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacının temyizi üzerine Özel Dairece dava konusu olaylar ile ilgili olarak davalılar hakkında açılan ceza davalarının sonuçlarının eldeki davaya etkileri söz konusu olacağından bekletici mesele yapılması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına, bozma nedenine göre öteki temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davacı yararına takdir olunan 550,00 YTL duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine karar verilmiştir.

Davalılar vekillerinin karar düzeltme talepleri üzerine Özel Dairece, davalıların duruşma avukatlık ücretine yönelik karar düzeltme isteminin kabulüne, bozma kararında yer alan davacı yararına vekalet ücreti takdirine ilişkin bölümün kaldırılmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyularak, davacı hakkında davalılar tarafından olumsuz olarak düzenlenen 2004 ve 2005 yılı gizli sicil raporlarının İstanbul 3. İdare Mahkemesince iptaline karar verildiği ve kararların Danıştay 2. Dairesince onanarak kesinleştiği, 30.11.2004- 28.04.2006 tarihleri arasında yaklaşık 1,5 yıllık süreçte davacı hakkında her eylemin disiplin soruşturması konusuna dönüştürüldüğü, disiplin soruşturmaları sonucunda muhtelif disiplin cezaları verildiği, davacı hakkında verilen disiplin cezalarının da idari yargı nezdinde iptal edildiği, ayrıca davacı hakkında Bakırköy Belediye Başkanlığı tarafından İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna sunulmak üzere İstanbul Valiliği İl Mahalli İdareler Müdürlüğü’ne hitaben 14.10.2005 tarih- 6207 sayılı “görevine son verilmesi ve devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesi” istemi ile yazı yazıldığı ve söz konusu yazıda Belediye Başkanı Hilmi Ateş Ünalerzen’in imzası bulunduğu, dava dilekçesinde davalıların kişisel kusuru ileri sürüldüğünden davada Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Kanun’un 13. maddesinin uygulanmasını gerektirir bir husus mevcut olmadığından pasif husumet ehliyetine yönelik savunmanın yerinde görülmediği, davanın esası bakımından da davacı hakkında davalılar tarafından düzenlenen sicilin iptali için açılan davada İstanbul 3. İdare Mahkemesince verilen kararda belirtilen olguların dava için önemli bulgular olup güçlü kanıt niteliğinde olmaları itibariyle eldeki davada dayanak teşkil ettikleri, kararın gerekçe bölümünde olumsuz düzenlenen 2004 yılı sicilinin hukuken geçerli sebepler ve somut ölçülere göre değerlendirildiğinden söz edilemeyeceği gibi, idarecilerde bulunması gereken tarafsızlık, adillik ilkesine bağlı kalınarak sicilin doldurulduğundan söz edilme olanağı bulunmadığından 2004 yılı olumsuz sicilinin hukuken geçerli olmadığı ibarelerine yer verildiği, sicilde yer verilen olumsuzlukları belirleyecek somut bilgi ve belgeler bulunmadığı, dayanak gösterilen disiplin cezalarının idari yargı kararı ile iptal edildiği, dava konusu sicilin İdare Mahkemesince “sübjektif kanaatle düzenlendiği” belirtilerek iptal edildiği, bu nedenle davalıların yansız davranmadıklarının ve dolayısıyla kişisel kusurlarının bulunduğunun kabulü gerekeceği, davalıların sicilin doldurulması sırasında şahsi veya keyfi nedenlerle hareket ederek kişisel kusurları ile sicil doldurduklarının kanıtlandığı, davalıların belirtilen eylemlerinin hukuka aykırı olduğu, eylemleri ile sonuç arasında illiyet bağının bulunduğu, davalıların kişisel kusurları ile davacının kişilik haklarına saldırıda bulundukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 7.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

Davalılar vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, önceki karardaki gerekçeler aynen tekrar edilerek ve Anayasa’nın 129/5. ve 657 sayılı Kanun’un 13/1. maddesindeki düzenlemelerin hizmet kusuru ile sınırlı olduğu, dava konusu olgular nedeniyle davalılar hakkında yapılan ve ilk bozma kararı gereğince bekletici mesele yapılan ceza yargılamalarında dosyaların karara çıkması ve Yargıtay denetiminden geçmesi aşamasında 8 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, dava açıldıktan 8 yıl sonra pasif husumet ehliyetine yönelik dava şartı yokluğundan usulden reddi şeklinde verilecek kararın adalet duygusunu zedeleyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalılar vekilleri temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, eldeki davanın davalı kamu görevlilerinin hizmet kusurundan mı yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, buradan varılacak sonuca göre; davalılara husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:

Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır. 2709 sayılı T.C. Anayasası’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesinin (k) fıkrası (03/10/2001-4709 S.K./16. m.); “…Kişinin, resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmünü içermektedir.

İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”; son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” şeklindedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin birinci fıkrasına göre “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” Anılan maddenin beşinci fıkrasındaki düzenleme uyarınca; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

Görülmektedir ki, Anayasa’nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.

Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.

Bu Anayasal hükümlerle aynı doğrultuda düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde de yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un “Kişilerin Uğradıkları Zararlar” başlıklı 13. maddesinin 06.06.1990 tarih 3657 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile değişik birinci fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kâğıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi hâlinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” hükmü öngörülmüştür.

Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.

Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası; kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.

Yine, öğreti ve uygulamadaki hakim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.12.2003 gün ve 2003/11-756 E., 2003/743 K. sayılı ilamı).

İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir (Danıştay 10. Daire T. 20.04.1989 gün ve 1988/1042 E.; 1989/857 K. sayılı ilamı).

Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır:

Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da, zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Şu hâlde “görevin ifası” “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır.

Memur ve diğer resmî görevlileri kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 10. Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.).

Öte yandan, kamu görevlisinin hizmet içinde veya hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle bir kişiye zarar vermesi hâlinde dahi bu durum, aynı zamanda yönetimin gözetim ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hizmet kusuru da sayılmalı ve bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir.

Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmakta ve bu husus 657 sayılı Kanunun 13. maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır.

Diğer taraftan Anayasa’nın 129/5. maddesinde “kusur” şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu eylemlerinden doğan davaların ancak idare aleyhine açılması gerektiğinin kabulü zorunludur.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.11.2014 gün ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K.; 26.02.2014 gün ve 2013/4-579 E. 2014/155 K.; 10.07.2013 gün ve 2013/4-4 E., 2013/1035 K.; 30.01.2013 gün ve 2012/4-729 E. 2013/163 K.; 12.12.2012 gün ve 2012/4-523 E. 2012/1191 K.; 10.10.2012 gün ve 2012/4-441 E. 2012/710 K. ile 01.02.2012 gün ve 2011/4-592 E. 2012/25 K., 19.11.2014 gün ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bakırköy Belediyesi Teftiş Kurulu Müdürlüğü’nde müfettiş olarak görev yapan davacının, Bakırköy İlçe Belediye Başkanı ile Başkan Yardımcısı olan davalılar tarafından, bilgi ve belgeye dayanmadan, keyfi ve sübjektif olarak olumsuz sicil raporları düzenlendiğini, hakkında disiplin soruşturmaları açılarak usulsüz disiplin cezaları verildiğini, bu sicil raporlarının ve disiplin cezalarının idari yargı kararları ile iptal edildiğini belirterek ve davalıları hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.

Davacının bu iddiaları, içerik bakımından davalı kamu görevlilerinin görevleri sırasında ve yetkilerini kullanırken işledikleri bir kusura dayanmaktadır.

Hâl böyle olunca, davalıların görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlilerine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava dilekçesinde belirtilen maddi olgulardan davalıların salt kişisel kusuruna dayanıldığının anlaşıldığı, davalılar tarafından doldurulan sicil raporlarının iptaline dair İdare Mahkemesi kararlarının gerekçesinde davalıların sübjektif kanaatlerle hareket ettiklerinin belirtildiği, bu durumda eldeki davanın adli yargı yerinde görülmesi gerektiği belirtilerek yerel mahkemenin bu yöne işaret eden direnme kararının yerinde olduğu belirtilmişse de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.

O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatıranlara geri verilmesine, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.02.2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.