YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 12.12.2018 Esas: 2016/2116 Karar: 2018/15428

Muris Muvazaası

Özet:

Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. 

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ – TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davalı … tarafından açılmış usulüne uygun dava bulunmadığından davalı … hakkında karar verilmesine yer olmadığına, yapılan işlemin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı … vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakanları…’ın terekesindeki taşınmazların intikal işlemleri sırasında mirasbırakana ait 186 parsel sayılı 17 dönüm miktarlı taşınmazın 12.100 m2 kaldığını gördüklerini, 1982 yılında Karakaya baraj gölü sahasının kadastrosu yapılırken 5.500 m2 sinin 185 parsel olarak tahdit ve tespit edildiğini, bunun 500 m2sinin 801 parsel olarak kamulaştırıldığını, kalan 5000 m2 sinin miras bırakan adına 185 parsel olarak tescil edildiğini, davalı kardeşleri …’nin muris…’ye, kamulaştırma işlemleri için … iline gidip gelmesinin zor olacağı, muhtar olarak kendisinin takip etmesinin daha iyi olacağını söyleyerek bu yerin kendisine devredilmesini istediği ve bir şekilde 802 parsel sayılı taşınmazın 1996 tarihinde devrini sağladığını ileri sürerek, 802 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacılar ve davalılar miras payları oranında tesciline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı …, mirasbırakan …’ın taşınmazlarını, mirasçılarına paylaştırdığını, herkesin kendi payına düşen kısmı kullandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalı … tarafından açılmış usulüne uygun dava bulunmadığından davalı … hakkında karar verilmesine yer olmadığına, mirasbırakanın davalıya yaptığı temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1918 doğumlu mirasbırakan…’ın 01.08.2001 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı çocukları … ile davalı çocukları … ve …’in kaldıkları, 185 nolu parselin bir kısmının … Barajı kotu içerisinde kaldığından 801 ve 802 parseller olarak ifraz edildiği, 801 nolu parselin istimlak alanında kaldığı, 802 parsel sayılı taşınmazın ise mirasbırakan tarafından 8.3.1996 tarihli satış işlemi ile davalılardan … adına temlik edildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK’nun 190. maddesi ve TMK’nun 6. maddesi gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.

Somut olaya gelince; murisin adına kayıtlı başkaca taşınmazlarının da bulunduğu ve söz konusu taşınmazların davanın tarafları adına intikal işlemlerinin yapıldığı, dinlenen tanık beyanlarına göre mirasbırakanın davacılardan mal kaçırmasını gerektirir bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu somut olgular yukarıdaki ilkeler ışığında değerlendirildiğinde; davacıların muvazaa iddiasının ispatlandığını söyleyebilme olanağı yoktur. Temlikin gerçek satış olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.

Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.