YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 28.02.2018 Esas: 2017 / 1471 Karar: 2018 / 416

Rücuen Tazminat – Rücuen tazminat davalarında aynı Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği

Özet:

Dava kesinleşen mahkeme kararı gereğince üçüncü kişiye ödenmiş olan tazminatın rücuen tazmini istemine ilişkindir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, ayrıca özel olarak bir zamanaşımı süresinin öngörülmediği, rücuen tazminat davalarında aynı Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden, davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı; yerel mahkemece, zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna ilişkin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.01.2011 gün ve 2009/290 E., 2011/7 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.11.2013 gün ve 2012/18525 E., 2013/17586 K. sayılı bozma ilamı ile;

(…Dava, indirimli tarifeden faydalanan dava dışı 3. kişi tarafından açılan davada kabul edilip ödenen paranın rücu yolu ile geri alınması istemine ilişkindir. Mahkemece, istem kabul edilmiş; karar, davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz olunmuştur.

Davacı, teşvik belgesi sahibi olan dava dışı bir şirkete, davalının yazısı üzerine indirimli tarife yerine normal tarife uygulanması nedeniyle dava dışı şirketin açtığı dava sonunda, normal tarife ile indirimli tarife arasındaki farkı ödemek zorunda kaldığını belirterek, ödediği tutarın, ödemeye yol açan davalıdan rücu yolu ile alınmasını istemiştir.

Davalı ise, zamanaşımı savunmasında bulunarak istemin reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Dosya içeriğinden, icra dosyasına son olarak 10/11/2006 tarihinde ödeme yapan davacının, eldeki davayı 17/07/2009 gününde açtığı anlaşılmaktadır. Rücu davalarında zamanaşımı süresi ödeme tarihinden itibaren bir yıldır. Davacı kamu kurumu olmadığından dava açmaya yetkili yerin “Olur” verdiği gün zamanaşımının başlangıcı olarak esas alınamaz.

Mahkemece, davanın açıldığı günde, ödeme tarihlerinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu gözetilerek, istemin zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava kesinleşen mahkeme kararı gereğince üçüncü kişiye ödenmiş olan tazminatın rücuen tazmini istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece davacı şirketin davalı … Müsteşarlığının yazısına istinaden, dava dışı şirkete yaptığı uygulamadan kaynaklanan bedeli mahkeme kanalıyla ödemek zorunda kalması nedeniyle bu bedeli davalıdan talep edebileceği, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu icra dosyası içeriği ile de sabit olduğu üzere davacının dava dışı şirkete 260.059 TL ödeme yaptığı gerekçesi ile davanın kabulüne dair verilen karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda belirtilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2013 gün ve 2012/4-1814 E., 2013/715 K. sayılı kararında, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda ayrıca özel olarak bir zamanaşımı öngörülmediğinden, rücuen tazminat davalarında aynı Kanun’un 125. maddesi gereğince on yıllık zaman aşımı süresinin uygulanması gerektiğinin belirtildiği gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; rücuen tazminat istemi ile açılan eldeki davada zamanaşımı süresinin bir yıl olarak mı, yoksa on yıl olarak mı uygulanması gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, rücu ve halefiyet kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:

Rücu hakkı; başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen, tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Alacaklıyı tatmin eden kişi, alacaklının hakkından bağımsız kendi şahsında doğan bir hak elde etmektedir. Bu alacak hakkı, alacaklı ile asıl borçlu arasındaki asıl borç ilişkisindeki alacak hakkından bağımsız, rücu eden ile edilen arasındaki ilişkiden doğan yeni bir haktır. Başkasına ait borcu ifa ederek, mal varlığında kayba uğrayan kişiye mal varlığındaki söz konusu eksilmeyi talep edebilmek için hukuk düzeni rücu hakkını tanımıştır. Bunun sonucu olarak da rücu hakkı bu hakka sahip olan kişinin şahsında doğduğu anda muaccel olur. Bu nedenle, rücu hakkı için hakkın doğduğu andan itibaren zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır.

Halefiyette ise; halef olan kişi alacaklıyı tatmin ettiği anda yeni bir hak elde etmemekte, alacaklıya ait olan hakkı kanundan dolayı olduğu gibi devralmaktadır. Bu nedenle, böyle bir alacak için de daha önce zamanaşımı işlemeye başlamış ise, alacak halef olan kişiye intikal etmesine rağmen işlemeye devam eder. Zira, daha önceden muaccel olmuş alacağın yeniden muaccel olması ve yeni bir zamanaşımının işlemeye başlaması mümkün değildir. Salt halefiyet hâlleri ile yasanın rücu hakkı verdiği hâller arasındaki en önemli fark, birincisinde alacaklıya ait bir hakkın intikal etmesi, ikinci hâlde ise, rücu hakkı sahibinin şahsında yeni bir hakkın doğmasıdır. Halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanmadığı durumlarda, alacak hakkı daha önce işlemeye başlayan zamanaşımı ile birlikte intikal eder. İkinci hâlde ise, rücu hakkı sahibi lehine, alacaklının hakkından bağımsız yeni bir hak meydana geldiğinden, bu andan itibaren yeni bir zamanaşımı işlemeye başlayacaktır.

Somut olayda, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesi gereğince çıkarılan 22.05.2002 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 2. maddesi uyarınca, turizm belgeli yatırım ve işletmelere mesken ve sanayi abonelerine uygulanan tarifelerin en düşüğü üzerinden elektrik ücreti alınmasının kararlaştırıldığı, bu indirimli tarifeden dolayı oluşan gelir kaybının (zararın) 2002/4100 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 4. maddesi gereğince Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından karşılanması gerektiği anlaşılmaktadır. Davacı, teşvik belgesi sahibi olan dava dışı şirkete, indirimli tarife yerine normal tarife uygulanması nedeniyle bu şirketin açtığı dava sonunda, normal tarife ile indirimli tarife arasındaki farktan dolayı haksız yere ödemek zorunda kaldığı bedelin davalıdan rücuen tahsilini istemiştir. Haksız ödemenin söz konusu olduğu, rücuen tazminat istemlerinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60/1. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiğinden, dava konusu istem, anılan Kanunun 60/1. maddesi uyarınca bir yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunmaktadır. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, dava konusu alacağın icra dosyasına 10/11/2006 tarihinde ödendiği, eldeki davanın ise 17/07/2009 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda mahkemece ödeme tarihinden dava tarihine kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gözetilerek, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile işin esasına girilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bir kısım üyelerce, somut olayda uygulanması gereken, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, ayrıca özel olarak bir zamanaşımı süresinin öngörülmediği, rücuen tazminat davalarında aynı Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden, davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı; yerel mahkemece, zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna ilişkin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.02.2018 gününde oy çokluğu ile karar verildi.