YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 08.06.2011 Esas: 2011 / 4-359 Karar: 2011 / 405

Taşınırlar Yönünden Muris Muvazaasına İlişkin Hükümler Uygulanamaz; Muris Muvazaasına Dayalı Olarak Sadece Taşınmazlar İçin Dava Açılabilir.

Özet:

Dava, muvazaalı satışın iptali ile satılan traktörün mirasbırakanın terekesine iadesi; bu talep kabul edilmediği takdirde, traktör bedelinin miras payları oranında davacılara ödetilmesi taleplerine ilişkindir. Muris muvazaası, BK’nun 18. maddesi dışında herhangi bir yasal düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay kararlarından ve ilmi görüşlerden almaktadır. Muris muvazaasına ilişkin hükümlerin taşınır mallar hakkında uygulanma olanağı yoktur. Muris muvazaasına dayalı iddialar sadece tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında ileri sürülebilir. Davacı mirasçılar, muvazaalı işlemin tarafı olmadıklarından , murisin külli halefi gibi hareket etmeyip miras hakkını korumaya çalışan üçüncü kişi konumundadırlar. Davacı mirasçılar, üçüncü kişi konumunda olduklarından ve payları oranında iptal ve tescil talep edebilecekleri için açılan davaya tüm mirasçıların katılmasına veya terekeye temsilci atanmasına gerek yoktur. Mirasçılar, muvazaa iddiasını her türlü delil ile ispat edebilirler. Dava konusu taşınır mal olmasına rağmen yerel mahkeme hatalı olarak yapılan işlemleri muris muvazaası olarak nitelendirmiş ve bu husus özel daire bozma ilamı dışında kalmakla kesinleşmiştir. 

Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hayrabolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 04.03.2009 gün ve 2007/298-2009/31 sayılı kararın incelenmesi, davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 29.04.2010 gün ve 2009/9329 -2010/5005 sayılı ilamı ile;

(“…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- Diğer temyiz itirazına gelince; dava, danışıklı (muvazaalı) satış işleminin iptali ile satılan traktörün mirasbırakanın kalıtına (terekesine) katılması istemi kabul edilmediği takdirde, traktör bedelinin payları oranında davacılara ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kabul edilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.

Davacılar, mirasbırakanları İsmail’in adına kayıtlı bulunan traktörü, mirastaki saklı payı ortadan kaldırma amacıyla danışıklı olarak mirasçı olmayan davalı torunlarına sattığını belirterek istekte bulunmuşlardır.

Yerel mahkemece, mirasbırakan tarafından yapılan satış işleminin danışıklı olduğu kabul edilerek, satışı yapılan traktör bedelinin miras payları oranında davacılara ödenmesine karar verilmiştir.

Davacılar, danışık iddiasına dayanarak seçenekli istemde bulunduklarına ve davalılara yapılan satım işleminin danışıklı olduğu kabul edildiğine göre; davacıların, danışıklı işlem ile satılan traktör üzerinde miras payları oranında pay sahibi olduklarının tespitine karar verilmesi gerekir.

Yerel mahkemece açıklanan yön gözetilmeyerek, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalılar vekili.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muvazaalı satış işleminin iptali ile satılan traktörün mirasbırakanın terekesine iadesi, istem kabul edilmediği takdirde, traktör bedelinin miras payları oranında davacılara ödetilmesi istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, traktörün murisin terekesine iadesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle traktörün dava tarihindeki değeri üzerinden davacıların miras hisselerine tekabül eden kısmının davalılardan tahsiline karar verilerek, dava tazminat yönüyle hükme bağlanmıştır.

Bu hüküm davacılar tarafından temyiz edilmemiş; davalılar vekilinin temyizi üzerine özel dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmekle, hükmü, davalılar vekili temyize getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmede, öncelikle kararın mahiyetine göre traktörün terekeye iadesi ile ilgili olarak direnme kararını temyizde davalıların hukuki yararının bulunup bulunmadığı tartışılmış, hukuki yararlarının bu temyiz nedenine dayalı olarak bulunmadığı oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

Tazminatla ilgili olarak işin esasına gelince;

İşin esası yönünden yapılan değerlendirmenin davalıların tazminat kararına yönelik temyiz istemlerinde hukuki yararının olduğuna ilişkin belirlemeyle sınırlı yapılması gerektiğinin öncelikle vurgulanması gerekir.

Bu yönüyle direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yerel mahkemece danışıklı olduğu kabul edilen işlem ile satılan traktör üzerinde davacıların miras payları oranında pay sahibi olduklarının tespitine de karar verilmesinin zorunlu olup olmadığı ile, eda hükmünün tespit hükmünü de içerip içermeyeceği, tazminata hükmedilmiş olmasının yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın bu haliyle, öncelikle; mahkemece varlığı kabul edilip, dairece de bozma dışı bırakılan muris muvazaası hakkında genel bir açıklama yapılmasında fayda vardır:

Muris muvazaası, niteliği itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 18. maddesinde düzenlenen bir nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında, hüküm ve sonuç yaratmasını istedikleri başka bir işlem yaparlar. Bu maddeye göre, “bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.

Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”

Borçlar Kanunu’nun 18. ve Türk Medeni Kanunu’’nun 2. maddelerine göre, hukuki işlemlerde bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, objektif iyi niyet kuralları gereğince kendisine karşı bildirimde bulunulanın sözlerinden ne gibi bir anlam çıkarması gerekiyorsa, ona uygun yorum yapılmalıdır (Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s. 306).

Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma akdi ile gizlerler. Görünüşteki sözleşmenin vasfı, tamamen değiştirildiğinden muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşır (Özkaya, Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s. 293).

Muris muvazaası ile taraf muvazaası arasında kasıt yönünden farklılık vardır. İlkinde, mirasçıları, diğerinde ise üçüncü kişileri aldatma ve zarar uğratma kastı vardır. Bu nedenle muris muvazaasında, murisin mirastan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediği önemlidir. Bunun dışında mirasçıların kim olduğunun önemi yoktur.

Muris muvazaası, dört unsurdan oluşur:

1- Mirasbırakanın, mirasçısından mal kaçırmak için karşı tarafla anlaşarak gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği, tarafların aralarında düzenledikleri muvazaa anlaşması ile geçersiz olduğunu kabul ettikleri görünüşteki sözleşme,

2- Mirasçılarını aldatma kastı,

Burada, aldatılan mirasçının temlik tarihinde mirasçı olup olmamasının herhangi bir önemi yoktur. Temlik tarihinde, mirasbırakanın aldatma amacı güttüğü bir mirasçısının bulunması ve iptal davasının açıldığı tarihte de mirasçı sıfatını taşıması yeterlidir.

Çünkü, görünüşteki işlem, tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı için, hukuki sonuç doğurmamaktadır. Müeyyidesi mutlak butlan olan ve başlangıcından itibaren hükümsüzlük ifade eden işlem, onay veya zaman geçmekle geçerlilik kazanmayacağına göre, işlemden sonra mirasçılık sıfatı alan kişiler için de geçerli hale gelmez (Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı – İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s. 309).

3- Mirasbırakan ile karşı taraf arasındaki görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren, hiç bir şekil şartına bağlı olmayan, tarafların beyanları ile iradeleri arasında bilerek meydana getirdikleri, uyumsuzluğu açıklayan muvazaa anlaşması,

4- Mirasbırakan ile karşı tarafın gerçek iradelerine uygun olan ancak saklanan ve genellikle bağış sözleşmesi şeklinde yapılan gizli sözleşme. Taşınır mallarla tapusuz taşınmazların devrine ilişkin gizli sözleşme şekle tabi değildir; ancak tapulu taşınmazlarda geçerli olması için gizli sözleşmenin resmi şekilde yapılması gereklidir. Şekle aykırılık, yargılamanın her safhasında taraflarca ileri sürülebilir, hakim tarafından da re’sen dikkate alınır.

Muris muvazaası, Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi dışında herhangi bir yasal düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve ilmi görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Bu kararda belirlenen ilkeler, daha sonra kabul edilen 22.05.1987 tarih, 1986/4 Esas 1987/5 Karar sayılı ve 16.03.1990 tarih, 1989/1 Esas 1990/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları’nda da kabul edilmiş, bundan böyle uygulamalar bu ilkeler doğrultusunda gelişme göstermiştir (Özkaya, Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s. 294).

01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmazı hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, yani, gerçekte bağışladığı taşınmazını, tapu sicil memurluğunda satış gibi göstererek devir ve temlik etmişse, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.

Bu dava hakkı, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun’un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz.

Ancak akıldan çıkarılmaması gereken husus, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nın, sadece mirasbırakanın, tapulu taşınmazlarının devir ve temliklerinde yapmış olduğu muvazaalı işlemler için geçerli olduğudur. 2918 Sayılı Yasa gereğince trafik siciline tescili zorunlu araçlar dışındaki araçlar ve taşınır mallar ile tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların temliklerinde gizli bağış sözleşmesi şekle bağlı olmayıp geçerli bulunduğu ve zilyetliğin devri ile mülkiyet karşı tarafa geçtiğinden bu içtihatların uygulama yeri yoktur (Eraslan ÖZKAYA, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s. 294 – Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı – İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s. 315).

Aynı şekilde, menkul malların zilyetliği, bağışlama ile devredilmiş veya bağışlama konusunda yazılı bir taahhüt alınmış ve menkul mal karşı tarafa teslim edilmişse, artık, muvazaa nedenine dayalı iptal davası açma olanağı kalmamış demektir. Muris muvazaası hükümlerinin ve ispat vasıtalarının, menkullerde uygulanma olanağı yoktur. Muris muvazaasına dayalı iddialar, yukarıda açıklanan 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında ve sadece tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında ileri sürülebilir ve davayı miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar açabilir. Davacı mirasçılar, üçüncü şahıs konumunda oldukları ve payları oranında iptal ile tescil talep edebilecekleri için, açılan davaya tüm mirasçıların katılmasına veya terekeye temsilci atanmasına gerek yoktur.

Dava açan mirasçı, muvazaalı işlemin tarafı olmadığından, mirasbırakanın ardılı (külli halefi) gibi hareket etmeyip, miras hakkını korumaya çalıştığından üçüncü kişi durumundadır ve miras bırakanın yaptığı sözleşmenin, miras hakkını zarar uğrattığını, kendisinden mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve aleyhine haksız bir fiil işlendiğini ileri sürerek bu sözleşmenin iptalini isteyebileceği gibi bu iddiasını da 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre her türlü delille kanıtlayabilir ise de muris muvazaası dışında işlemi yapan taraflar arasında BY. 18. maddeye göre açılan davalarda ispatın yazılı delil, yazılı delil başlangıcı, yemin gibi delillerle ispatı zorunluluğu vardır. Zaten muvazaa ile muvazaanın özel bir şekli olan muris muvazaası arasında ispat bakımından da farklılık bulunduğu açıktır.

Yine açıklanan 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, muris muvazaasına dayalı iptal davasında davalı sıfatını, mirasbırakanla görünürdeki muvazaalı işlemi yapan kişi veya kişiler taşır.

Açıklanan bu maddi hukuk kuralları ve 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı, somut olay ortaya konularak değerlendirildiğinde;

Dava konusu uyuşmazlığa konu traktör, mirasbırakan İsmail tarafından, gerçekte bağışlandığı halde, sanki bir satış yapılmış gibi davalılara Hayrabolu Noterliği’nin 03.11.2000 tarihli kat’i satış senedi ile devredilmiştir.

Yerel mahkemece yapılan bu işlem muris muvazaası olarak değerlendirilmiş ve ancak hatalı olarak dava konusu traktör, taşınır bir mal olmasına ve yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında olmamasına, belirtilen kararın sadece mirasbırakanın tapuya kayıtlı taşınmazları hakkında uygulanabilir olmasına rağmen, uyuşmazlığın çözümünde 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanacağı kabul edilmiş, yüksek özel dairenin bozma ilamıyla da bu husus bozma dışı bırakılarak onanmıştır. Ancak bu durum, kamu düzenine ilişkin olmadığından davacı yararına usulü kazanılmış hak doğmuş ve somut olayın özelliği dikkate alınarak muris muvazaasının olaya uygulanması hali salt bu somut olay yönüyle kesinlik kazanmıştır.

Muris muvazaasının olaya uygulanması halinin, salt bu somut olay yönüyle bozma dışı kalıp onanmakla kesinleşmiş olması ve davacıların da hükmü temyiz etmemiş olmaları karşısında pay devri talebinden vazgeçip tazminata razı olduklarının kabulü gerekmesine göre, yerel mahkeme kararının; bu oluşan duruma göre değerlendirilmesi gerekmektedir.

Hal böyle olunca; mahkemenin muris muvazaasının kabulüne ilişkin nitelemesi kesinleştiğinden, davacı da tazminata ilişkin kararı temyiz etmemekle pay isteminden dönüp, tazminat hükmüne razı olmakla talebini tazminata dönüştürmüş olduğundan; mahkemece buna bağlı olarak oluşturulan eda davasının çözümü gerektiği gerekçesine dayalı tazmine ilişkin karar; salt bu nedenlerle sonucu itibariyle doğrudur.

Ne var ki, mahkemece davalılardan tahsiline karar verilen tazminat miktarı hakkında yüksek özel dairece bir inceleme yapılmamış olduğundan bu yöne ilişkin davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın özel dairesine gönderilmesi gerekir.

O halde, dosya özel daireye gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle eda hükmü kurulması gerektiğine ilişkin direnme uygun olup, davalılar vekilinin tazminat miktarına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİ’ne gönderilmesine, 08.06.2011 gününde; ön sorun oylaması yönünden ikinci, esasa ilişkin yapılan birinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.