YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 07.10.2004 Esas: 2004 / 8810 Karar: 2004 / 10850

Teminat Maksadıyla Temlik, Yazılı Delille İspat Edilmelidir- İnanç Sözleşmesi – Nam-ı Müstear

Özet:

Davacı, ihtilaf konusu taşınmazın borca karşı teminat olarak temlik edildiğini iddia ederek tapu iptali ve tescil talebinde bulunmuştur. Dava, inançlı işlem iddiasına dayanmaktadır. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir. Teminat amacıyla temlik işleminin yazılı delille ispatlanması gerekir. Çünkü bir senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldırmak amacıyla yapılan muamelelerin yine senetle ispatlanması gerekir.

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı damadı H’nin kendisinden aldığı vekaletname ile çekişmeli 5992 parseldeki B blok zemin 4 nolu bağımsız bölümü, tefecilik ile uğraşan davalıya cebir ve tehdit altında, iradesi dışında temlik ettiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalı, iddiaların doğru olmadığını, çekişme konusu taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi S.A’nın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü

KARAR

Dava, tapu iptal, tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, damadı H’nin kendisinden aldığı 28.05.2001 tarihli vekaletname ile 5992 parsel sayılı taşınmazdaki B blok zemin 4 nolu bağımsız bölümü borcuna karşılık teminat olarak davalıya 29.05.2001 tarihinde temlik ettiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriği itibariyle olayda inançlı işlem iddiasına dayanıldığı açıktır. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, malvarlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Bilindiği üzere, eski hukukumuzda, “nam-ı müstear”, geçerliliği kabul edilmiş bağımsız müessese olarak düzenlenmiş bulunmasına karşın (Mecelle 1592, 1594, 1595); bu günkü pozitif hukukumuzda; (yasalarımızda) nam-ı müstear diye bir deyim yer almış değildir. Buna rağmen hukukumuzda nam-ı müstear’ın hukuki niteliğinin belirlenmesi sorunu büyük önem kazanmıştır. Yargıtay’ın üç içtihadı birleştirme kararına (08.05.1941 gün, 29/5 sayılı; 05.02.1947 gün ve 20/6 sayılı; 07.10.1953 gün ve 7/8 sayılı) ve önemli öğreti çalışmalarına konu olan bu sorun, son yılların Türk hukuk hayatındaki en önemli sorunlardan birini teşkil etmiş ve güncelliğini sürdüre gelmiştir.

İsviçre/Türk Hukukları’nda, araya giren şahıslar ve ilişkiler ile ilgili durumlar, her somut olayın özelliğine göre farklı bir rejime tabi tutulmuştur. Sırf görünüş belirtilerine bakılıp her nam-ı müstear durumunun muvazalı bir işlem olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu; özellikle, irade serbestisi prensibine (B.K. madde. 19) ve taraf iradelerine aykırı bulunduğu öğretide kabul edilmiştir. Bu bakımdan, sorunun, her somut olayın ortaya çıkış durumu gözetilerek; ya muvazaalı işlemler, yada inançlı işlemler veya dolaylı (vasıtalı) temsil hukuki rejimine tabi tutulması gerekecektir (Ergun Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İnançlı Muameleler, İstanbul 1968, Sh. 229 vd; Turhan Esener, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, sh. 177; Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku-Genel Hükümler, Cilt 1, İstanbul 1976, sh. 223 vd; İlhan Postacıoğlu, Nam-ı Müstear Meselesi, Vekalet ve İtimat Muameleleri ile Muvazaanın Karşılıklı Münasebetleri-Makale-İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XIII, sayı 3, sh.1050 vd). Nam-ı Müstearın, Türk/ İsviçre Hukukunda ya muvazaa, ya itimada dayanan muamele ya da dolaylı (vasıtalı) temsilin hukuki rejimine tabi tutulduğu başkaca kaynaklarda da ifadesini bulmuştur (Kenan Tunçomağ, Borçlar hukuku, Cilt 1, Genel Hükümler, 1972, sh. 206; İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt 4, sh. 501).

Davada ortaya çıkan uyuşmazlık; teminat maksadıyla temlik sözleşmesi yapıldığı noktasından kaynaklandığına göre; bu tür sözleşmenin hukuki mahiyetininde açıklanması gerekir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmelerinden, bir alacağın temini bakımından vuku bulan inançlı (Fiduziarisch) mülkiyet intikalleri anlaşılmalıdır. Bu tür sözleşmelerin iki esaslı unsuru vardır. Bunlardan ilki, mülkiyet intikalinin teminat maksadıyla yapılması; diğeri ise, inançlı sözleşmedir. Teminat maksadıyla temlik sözleşmesi, bir iltizami muamele olarak mülkiyetin nakline imkan sağlar. Başka bir anlatımla, tasarrufi muamele ile, tarafların iltizami muamelede ifadesini bulan irade gerçekleştirilmiş olur.

Yineleyerek belirtilmelidir ki; teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı itimat esasını şart kılmaktadır. Teminat için taşınmazını temlik eden borçlu, borcun ödenmesi halinde taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır. Değinilen niteliklerinden ötürü, gerek öğretide; gerekse yargısal uygulamada, teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri; hukuki mahiyetleri itibariyle inançlı muameleler (Fiduziarisches Geschaeft) arasında yer almıştır. Federal Mahkeme kararlarında da bu içerikte açıklamalar yapılmıştır. (Bedi Eğilmezler; Alman ve İsviçre Hukukunda Teminat Maksadıyla Temlik Akitleri, Adalet Dergisi, 1965, Cilt 1-2, sh.1028 vd; 1966, Cilt 1, sh. 58 vd.)

Öte yandan, inançlı işlemin, taraf muvazaası ile benzer noktalarının bulunmasına karşın; ayrıldığı yönlerinin de olduğu; bunlardan en önemlisinin, inançlı işlem- de, tarafların devir ve temlik işlemini ciddi olarak istemelerine rağmen, muvazaada bunu istememeleri şeklinde ifade edildiği bilinmektedir (Kenan Tunçomağ; a.g.e; sh. 209).

Yukarıda yapılagelen açıklamalar ile hukuki mahiyeti ortaya konulan “teminat maksadıyla temlik” işleminin yazılı delille ispatlanmasının gerekeceği kuşkusuzdur. Esasen, HUMK’nun 290. maddesine göre de; senede bağlı bir tasarrufun hüküm ve kuvvetini azaltmak üzere yapılmış hukuki muamelelerin, yine senetle (veya başka bir kanuni delil ile) ispatlanması zorunludur.

Somut olayda, davacı taraf 08.06.2001 tarihli bir belge ibraz etmiştir. Belgenin içeriği ve imzaların davalıya ve H’ye ait olduğu tartışmasızdır.

Hal böyle olunca, anılan belgenin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi; gerektiğinde, Borçlar Kanunu’nun 81’inci maddesi gereğince işlem yapılması hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle davanın reddedilmesi doğru değildir. Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.10.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.