YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ

Tarih: 05.02.2019 Esas: 2017/6586 Karar: 2019/625

Asıl İşveren Taşeron İlişkisinin Varlığı İçin Öncelikle İşin Başka Bir İşverenden Alınmış Olması, Bir Başka İfade İle Asıl İşverenin İşverenlik Sıfatına Sahip Olması, Asıl İşyeri Ya Da İşyerinden Sayılan Yerlerde Kendi Adına İşçi Çalıştırıyor Olması Gerekir.

Özet:

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. 506 sayılı Kanunun 87 nci maddesi hükmüne göre aracı, bir işte veya bir işin bölüm veya eklentisinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişidir. Asıl işveren taşeron ilişkisinin varlığı için öncelikle işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir. İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde, ya da, bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenler de asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir.

MAHKEMESİ: İş Mahkemesi

TÜRK MİLLETİ ADINA

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir. Hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kararın dayandığı kanuni gerektirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre davacının ve davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine, Dava 29/10/2005 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 44,2 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan davacının maddi ve manevi zararlarının karşılanması istemine ilişkindir. Mahkemece, maddi tazminat isteminin kabulü, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile 79.027,45 -TL maddi tazminatın 20.000,00 TL’lik kısmının dava tarihinden kalan kısmının ise ıslah tarihinden, takdiren 20.000,00 TL. Manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Dosyadaki kayıt ve belgelerin incelenmesinden; davalı …‘nın, mülkiyetindeki binanın tadilat işini diğer davalı …‘e verdiği, davacı kazalının … nezdinde söz konusu binada inşaat kalıp ustası olarak çalıştığı ve kalıp montajı yaptığı esnada çaktığı çivinin kırılan parçasının fırlayarak gözüne isabet etmesi sonucu kazalandığı, SGK tarafından olayın iş kazası olduğunun tespit edildiği, … SGk İl Müdürlüğü‘nün 01/06/2015 tarihli raporu ile kazalı sigortalının maluliyet oranının % 44,2 olduğu, bilirkişi kusur raporunda olayın meydana gelmesinde, kazalı sigortalının % 30, davalı …‘in % 70 oranında kusurlu, diğer davalı …‘nın ise kusursuz bulunduğunun tespit edildiği anlaşılmıştır.

1-Davada öncelikle halledilmesi gereken sorun; davalılar arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinin, bir başka ifade ile, asıl işveren-alt işveren(taşeron) ilişkisi olup olmadığının saptanmasıdır.

506 sayılı Kanunun 87 nci maddesi hükmüne göre aracı, bir işte veya bir işin bölüm veya eklentisinde işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran üçüncü kişidir. Asıl işveren taşeron ilişkisinin varlığı için öncelikle işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir. İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde, ya da, bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenler de asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir. Aracı sıfatının kazanılmasında diğer koşullar ise asıl işverenden istenilen işin, asıl iş ya da işyeriyle ilgili işin bir bölümünde veya işyeri eklentilerinde alınmış olması ve bu işte işi alanın kendi işçilerinin çalıştırılması ve bu nedenle de işveren sıfatına sahip olunmasıdır. Buna göre; aracıdan bahsedilebilmek için; öncelikle üst işveren ve bunun tarafından ortaya konulan bir iş olmalı ve görülmekte olan bu işin bölüm ve eklentilerinden bir iş alt işverene devredilmelidir. Buna karşı, bir işin bütünüyle bir işverene devri durumunda veya anahtar teslimi denilen biçimde işin verilmesi durumunda, artık üst-alt işveren ilişkisi ortada bulunmamaktadır. Arsanın veya binanın salt maliki olmak ve ihale makamı olarak işi bütünüyle devretme durumlarında, ortada aracı denilen kurumdan söz edilemez. Çünkü burada iş tamamıyla ve bütün olarak bağımsız bir işverene devredilmektedir. Somut olayda davalı …, maliki olduğu binanın tadilat işlerinin yapımını bir bedel karşılığında davalı …‘e vermiştir. Dava konusu iş anahtar teslimi niteliğinde olup, davalılar … ile … arasındaki ilişkinin asıl-alt işveren ilişkisi olmadığı dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan; kaza tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinde “Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazadaki kusurundan dolayı mesul olur.” düzenlemesine yer verilmiştir. Benzer hüküm, 6098 sayılı Türk Borçların Kanunu’nun 69. maddesinde “Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. ” cümleleri ile düzenlenmiştir. Yapı malikinin sorumluluğu, bir bina ya da diğer bir inşa eserinin kendisinden kaynaklanan bir nedenle oluşan zarardan sorumluluğu kapsamakta olup, niteliği itibariyle olağan sebep sorumluluğu hallerindendir. Bir başka deyişle; söz konusu sorumluluğun söz konusu olabilmesi için, yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir. Somut olayda davacı, kalıp montajı yaparken çaktığı çivinin kırılan parçasının fırlayarak gözüne isabet etmesi sonucu kazalanmıştır. Olay, Türk Borçlar Kanunu 69. maddesi (818 sayılı BK. 58. m) çerçevesinde irdelendiğinde, bina sahibinin alması gereken tedbirleri almaması nedeniyle oluşan bir kaza değildir. Başka bir deyişle, kazanın yaşandığı binaya ait herhangi bir yapım bozukluğu veya bakım eksikliği kazaya ve kazalının maluliyetine sebebiyet vermemiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda mahkeme yapılacak iş, bina sahibi davalı …‘nın hem işveren sıfatını haiz olmaması hem de bina maliki olarak sorumluluğunun bulunmaması nedeniyle bu davalı yönünden husumet yokluğundan davanın reddine karar vermekten ibarettir.

2- Dİğer taraftan somut olayda, davacının maluliyet oranın % 44,2 olarak kesinleşmesine karşın; hükme esas 31/07/2015 tarihli hesap bilirkişi raporunda % 54 maluliyet oranı üzerinden hesaplama yapılması ve kurumca bildirilecek ilk peşin sermaye değerli gelirin rücuya tabi kısmının tazminat alacağından tenzil edilmemesi – TBK’nun 55. maddesine aykırı olacak şekilde- usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Bu açıklamalar doğrultusunda mahkemece yapılacak iş; davacının maluliyet oranının % 44,2 olduğunun nazara alınması ve Sosyal Güvenlik Kurumuna müzekkere yazılarak, davacının %44,2 maluliyeti nedeniyle iş kazası sigorta kolundan bağlanması gereken gelirin ilk peşin sermaye değerinin sorulması, müzekkere cevabından sonra rücuya tabi kısmının tazminat alacağından tenzil edilerek yeni bir hesap raporu alınması ve fakat hükme esas teşkil eden 31/07/2015 tarihli ilk hesap raporundaki donelerin dikkate alınması ve taraflar lehine oluşan usulü kazanılmış haklara riayet edilerek rapor neticesine göre bir karar vermesinden ibarettir.

3- Manevi tazminat yönünden ise; Gerek mülga BK’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370) Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı yararına hükmedilen 20.000,00 TL manevi tazminatın az olduğu açıktır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde davacının ve davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden taraflara iadesine, 05/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.