YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 09.05.2018 Esas: 2017 / 251 Karar: 2018 / 1046

Eser Sözleşmesi – Akdi İlişki – Serbest Piyasa Rayiçlerine Göre İş Bedelinin Tespiti

Özet:

Dava, Borçlar Yasası’nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Yanlar arasında yapılmış yazılı bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak akdî ilişkinin varlığı her iki yanın da kabulü dahilindedir. Somut olaya ilişkin temel uyuşmazlık iş bedelinin saptanması noktasında toplanmaktadır. Mahkemece anılan konuda yöntemine uygun araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidilmesi isabetli olmamıştır. O halde yapılması gereken iş yerinde tatbiki keşif yapılıp konunun uzmanı teknik bilirkişi ya da bilirkişi kurulundan rapor alınarak Borçlar Yasası’nın 366. maddesi uyarınca işin yapıldığı tarihteki serbest piyasa rayiçlerine göre iş bedelini saptamaktan ve 14.000,00 TL ödenen miktarı mahsup ettikten sonra elde edilecek sonuç dairesinde hüküm kurmaktan ibaret olmalıdır.

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Denizli Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.03.2011 gün ve 2008/453 E., 2011/83 K. sayılı karar taraf vekillerince temyiz edilmekle, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 07.05.2012 gün ve 2011/5434 E., 2012/3189 K. sayılı kararı ile,

“…Dava, Borçlar Yasası’nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Yerel mahkemede görülen davanın yapılan açık yargılaması sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre tarafların sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Eser sözleşmesi taraflara karşılıklı haklar ve borçlar yükleyen bir iş görme akdidir. Yüklenici yapımını üstlendiği eseri sözleşmeye fen ve sanat kurallarına ve amaca uygun olarak imal edip iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi de kararlaştırılan bedeli ödemekle mükelleftirler.

Dava konusu somut olayda davacı yüklenici şirket davalı iş sahibine ait Denizli Forum Çamlık Alışveriş Merkezi’nde bulunan DRY Center Mağazası’nın tüm tadilat iç dekorasyon, elektrik tesisatı ve müteahhitlik işlerinin yapımını üstlenmiştir. Davacı işe başlamış edimini önemli oranda ifa etmiştir.

Yerel mahkemede yapılan yargılama sürecinde 2008/66 Değişik İş sayılı tespit dosyası, fiyat teklif yazısı, faturalar getirilmiş tarafların gösterdikleri kanıtlar da toplandıktan sonra yerinde tatbiki keşif yapılmış, uygulama bilirkişi kurulunca sağlanmıştır. Düzenlenen raporda işin maliyeti 14.305,50 TL %25 müteahhitlik kârı 3.576,37 TL, %18 KDV 3.218,74 TL olmak üzere toplam 21.106,61 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkemece bilirkişinin rapor ve ek raporu hükme esas alınarak 14.000,00 TL ödeme mahsup edilerek, geri kalan 7.100,61 TL’ye hükmedilmiştir. Oysa hükme esas alınan rapor içeriği hesap şekli itibariyle usul, yasaya ve yönteme uygun olmayıp, Yargıtay denetimine elverişli değildir. Yanlar arasında yapılmış yazılı bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak akdî ilişkinin varlığı her iki yanın da kabulü dahilindedir. Somut olaya ilişkin temel uyuşmazlık iş bedelinin saptanması noktasında toplanmaktadır. Mahkemece anılan konuda yöntemine uygun araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidilmesi isabetli olmamıştır.

O halde yapılması gereken iş yerinde tatbiki keşif yapılıp konunun uzmanı teknik bilirkişi ya da bilirkişi kurulundan rapor alınarak Borçlar Yasası’nın 366. maddesi uyarınca işin yapıldığı tarihteki serbest piyasa rayiçlerine göre iş bedelini saptamaktan ve 14.000,00 TL ödenen miktarı mahsup ettikten sonra elde edilecek sonuç dairesinde hüküm kurmaktan ibaret olmalıdır.

Açıklanan olgular gözetilmeden yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, kararın temyiz eden taraflar yararına bozulması uygun görülmüştür,…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkete ait mağazanın tadilat ve dekorasyon işlerini yapmak üzere fiyat teklifini verdiğini, teklife olumlu yanıt verilmesi üzerine tadilat ve dekorasyon işlerini projeye uygun şekilde yaparak zamanında teslim ettiğini, ancak davalının bakiye 8.467,20 TL iş bedelini ödemediğini ileri sürerek, faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, mahkemenin yetkili olmadığını, müvekkilinin yapılan işler karşılığında davacıya 14.000,00 TL ödeme yaptığını, davacı tarafça yaptırılan tespit sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda da yapılan işlerin bedelinin bu kadar belirlendiğini, tespit raporunda belirtilen bir kısım işlerin müvekkili şirket tarafından yapıldığını, takdir edilen malzeme ve işçilik bedellerinin de piyasa rayiçlerinin üzerinde olduğu gibi metrajlarının da fazla hesaplandığını, tüm işlerin davacı tarafça yapıldığı kabul edilerek 14.104,00 TL imalat bedeli ile bunun dışında iş takip bedeli ve yüklenici kârı adı altında bir kısım bedellerin de dikkate alınarak düzenlenen raporun yerinde olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taraflar arasında sözleşme ile kararlaştırılmış bir bedel bulunmadığı, böyle olunca mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 366. maddesi uyarınca iş bedelinin yapıldığı yıl piyasa rayiçlerine göre belirlenmesi gerektiği, asıl uyuşmazlığın ise yüklenici kârı ve KDV tutarının ödenip ödenmeyeceği noktasında toplandığı, eserin değeri belirlenirken yüklenicinin sadece eseri imal etmek için objektif olarak yaptığı harcamalar dışında yaptığı iş karşılığı elde edeceği kârın ve KDV tutarının da dikkate alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 7.100,61 TL bakiye alacağın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, iş bedelinin bozma kararında belirtildiği şekilde mahallinde keşif yapılmak ve 818 sayılı BK’nın 366. maddesi uyarınca yapıldığı tarihteki birim fiyatlar ile piyasa koşulları dikkate alınmak suretiyle hesaplandığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiş, mahkemece; direnmeye ilişkin gerekçeli kararın usulüne uygun şekilde tebliğe çıkarıldığı ve temyiz isteminde bulunan davalı vekiline 17.01.2014 tarihinde tebliğ edildiği ve 04.02.2014 tarihinde kesinleştiği, davalı vekilinin ise kararı 13.05.2014 tarihinde temyiz ettiği gerekçesiyle ek karar ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.

Davalı vekili 30.05.2014 tarihli dilekçesinde; ek kararın yerinde olmadığını, keza direnme kararı 17.01.2014 tarihinde “kendisine” şerhi ile davalı vekiline tebliğ edilmiş gözükmekte ise de, böyle bir tebligatın yapılmadığını, tebligat mazbatasındaki imzanın kendisine ait olmadığını, usulsüz tebligat ile direnme kararının kesinleştirildiğini belirterek ek kararı temyiz etmiş ve bu kararın kaldırılarak önceki temyiz dilekçesinde belirtilen nedenlerle direnme kararının bozulması isteminde bulunmuştur.

Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, yerel mahkemenin yukarıda belirtilen 13.05.2014 gün ve 2013/244 E., 2013/86 K. sayılı ek kararının kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.

Her ne kadar 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiş ise de aynı Kanunun Geçici 3. maddesindeki düzenleme uyarınca bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26.09.2004 tarihli 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bahsi geçen tarihteki değişiklikten önceki 432. maddesindeki düzenlemeye göre de temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilamın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar. Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz isteminin reddine karar verir ve Yargıtay’a gönderme için yatırılan parayı kullanarak ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtay’a yollanır. Yargıtay’ın ilgili dairesi temyiz isteminin reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini inceler.

Görüleceği üzere, mahkemelerce temyiz isteminin süresinde yapılmamış olması hâlinde istemin reddine ilişkin olarak verilen kararların dayanağını bu hüküm oluşturmaktadır.

Yerel mahkemece direnme kararı davalı vekiline 17.01.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, vekil tarafından 13.05.2014 tarihinde on beş günlük yasal temyiz süresi geçirildikten sonra verilen dilekçe ile temyiz edilmiştir. Yerel mahkemenin 13.05.2014 gün 2013/244 E., 2013/86 K sayılı ek kararı ile başvurunun süresinde olmadığı belirtilerek verilen temyiz isteminin reddine ilişkin karar da davalı vekilince süresi içerisinde temyiz etmiştir.

Belirtmek gerekir ki, direnme kararının tebliğine ilişkin tebligat parçasında belirtilen tebliğ tarihine göre davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz istemi süresinde değil ise de davalı vekili direnme kararının kendisine tebliğ edilmediğini, icra dairesinden gelen muhtıra üzerine kararın usulüne uygun tebligat yapılmaksızın kesinleştirildiğini öğrendiğini, tebligat parçasında “kendisine” denmek suretiyle alınan imzanın kendisine ait olmadığını, yapılacak bir imza incelemesi ile bu durumun anlaşılacağını belirterek kararı temyiz ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan önemli bir usul işlemidir.

Tebligat ile ilgili yasal düzenlemeler tamamen şekli olduğundan gerek tebliğ işlemi, gerekse tebliğ tarihi ancak kanun ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.

201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bu konuda etkili önlemler almış olmasının amacı, tebligatın bir an evvel muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle, kanun ve yönetmelik hükümleri en küçük ayrıntısına kadar uygulanmalıdır. Tebligatın doğru kişiye ve kanunda gösterilen yönteme uygun olarak yapılması zorunludur. Aksi takdirde kanun ve yönetmeliğin gösterdiği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligat geçerli sayılmaz.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi hâlinde, bunun araştırma şekli ve yöntemi belirlenmemiştir. O hâlde hâkim her somut olayın özelliğine göre gerçekleşen maddi olguları da dikkate alarak imzanın sahteliğine yönelik iddiayı araştırmalıdır.

Muhatabın tebliğ belgesindeki imzasını inkâr etmesi mümkün olup bu durumda imzanın kendisine ait olmadığını ispat etmesi gerekir. Tebliğ belgesindeki imzanın inkârı hâlinde, bu iddianın doğruluğunun araştırılması gerekir. Bu araştırma sırasında bilirkişiye de başvurulması zorunludur (Yılmaz E./Çağlar T.: Tebligat Hukuku, Ankara 2013, s. 437, 438).

Somut olayda, davalı vekilince tebligat belgesinde yazılı olan ve bizzat kendisine tebligat yapıldığını gösteren imzanın sahte olduğunu ileri sürdüğüne göre bu iddianın her türlü delille kanıtlanması mümkün olup, mahkemece hadise şeklinde araştırma yapılarak davalı vekilinin örnek imzaları alınıp, yöntemince imza incelemesi de yapılmak suretiyle tebliğ belgesindeki imzanın davalı vekiline ait olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Mahkemece yapılacak inceleme sonucunda da, tebligat belgesindeki imzanın davalı vekiline ait olmadığının anlaşılması hâlinde direnme kararına yönelik temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesi, aksi hâlde imzanın ona ait olduğunun tespiti hâlinde ise şimdiki gibi temyiz başvurusunun süresinde olmadığı kabul edilerek temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, tebligat belgesindeki imzanın sahteliğine ilişkin bir araştırma yapılmadan temyiz isteminin süresinde olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi yerinde değildir.

O hâlde, açıklanan nedenlerle mahkemece verilen ek karar bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin ek karara yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile mahkemece verilen 13.05.2014 gün 2013/244 E., 2013/86 K. sayılı ek kararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının davalıya geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.