YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih: 07.02.2018 Esas: 2017 / 33 Karar: 2018 / 121

Trafik Kazası – Maddi Manevi Tazminat – Sigorta Şirketi

Özet:

Asıl dava haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat, birleşen dava sigorta şirketleri aleyhine açılan maddi tazminat davasıdır. Dava konusu olayın meydana geldiği yerin şantiye sahası içinde olup olmadığı konusu ise mahkemece araştırılmamıştır. Her ne kadar mahkemece dinlenen tanık beyanlarından kazanın hafriyat boşaltılması yasak olan yerde ve şantiye sahası dışında meydana geldiği izlenimine varılıyorsa da, dosyaya sunulan harita ve krokilere göre bu yer, inşaatın sahasının çok yakınında bulunmaktadır. Dolayısıyla kaza yerinin şantiye sahası içinde olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gereklidir. 

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesince “davanın kısmen kabulüne” dair verilen 13.10.2010 gün ve 2006/345 E., 2010/322 K. sayılı karar asıl davada davalılar …, … ve … İnş. Taah. Turz. Ltd. Şti. vekilleri ile birleşen davada davalı …Ş vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.07.2012 gün, 2012/5553 E., 2012/12009 K. sayılı kararı ile;

(…Davacılar vekili, asıl davada, davalı …’un sürücüsü, … Genel Müdürlüğü’nün işleteni, … İnşaat Ltd. Şti’nin de işvereni bulunduğu araçla uçuruma boşaltılan hafriyat taşlarının, deniz kenarında piknik yapan müvekkillerinin murisi Saliha Akçay’ın ölümüne neden olduğunu ileri sürerek, davacı … için (300) TL cenaze ve def’in giderinin (4.700) TL destek tazminatının ve (30.000) TL manevi tazminatın, davacılar Kadir, Kadriye ve Sedriye için ayrı ayrı (15.000) TL manevi tazminatın temerrüt faiziyle birlikte anılan davalılardan müteselsilen tahsilini istemiş, birleşen davada ise davacı … için (30) TL cenaze ve def’in gideri ile (470) TL destek tazminatının davalılar … Oyak Sigorta A.Ş, Ray Sigorta A.Ş. ve Yapı Kredi Sigorta A.Ş.’nden temerrüt faiziyle birlikte müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiş, 20.03.2009 tarihli ıslah dilekçesi ile hem asıl hem birleşen dava yönünden davacı … için destek tazminatı talebini (14.321) TL’na yükseltmiştir.

Davalılar vekilleri, asıl ve birleşen davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı … tarafından hafriyat boşaltılması yasaklanmış yere atık boşaltarak davacıların murisinin ölümüne neden olduğundan tam kusurlu bulunduğu, davalılardan … Genel Müdürlüğü ile … İnşaat Ltd. Şti.’nin işveren ve adam çalıştıran sıfatıyla zarardan sorumlu olduğu, davalı …Ş.’nin ise diğer davalı … İnşaat Ltd. Şti’nin yaptığı inşaat işinin all risk sigortacısı olup iş makinelerinin şantiye sahası içinde 3. kişilere verdiği zararlardan sorumlu bulunduğu, somut olayın da hafriyat sonucu oluşan molozun bir kazaya neden olması dolayısıyla iş makinesinin şantiye sahası içinde kabul edilmesi gerektiğinden teminat kapsamında bulunduğu, diğer davalı … şirketlerinin ise olayın trafik kazasından kaynaklanmaması nedeniyle zarardan sorumlu bulunmadıkları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacı … için (14.321) TL maddi (30.000) TL manevi, diğer davacılar için ayrı ayrı (15.000) TL manevi tazminatın, davalılar … Genel Müdürlüğü, … İnşaat Ltd. Şti., … ve … Sigorta A.Ş.’nden (davalı … şirketinin maddi tazminattan ve poliçe limitleriyle sınırlı şekilde sorumlu olması kaydıyla) olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte müteselsilen tahsiline, diğer davalılar hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, asıl ve birleşen davalarda davalılar …, … Genel Müdürlüğü, … İnşaat Ltd. Şti ve … Sigorta A.Ş. vekilleri temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve hem davalı … Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin 15. maddesinde hem de anılan davalı ile diğer davalı … İnşaat Ltd. Şti. arasındaki eser sözleşmesinin 22. maddesinde, sözleşme konusu işin kontrol görevinin davalı … Genel Müdürlüğü’ne ait olduğunun belirtilmesine, sözleşmenin niteliği itibariyle de işin başından sonuna kadar salt yüklenicinin kontrolüne bırakılmayıp, davalı işverenin kontrol ve sorumluluğunun devam ettiğinin anlaşılmasına, bu durumda davalı … Genel Müdürlüğü’nün işle olan bağlantısı kesilmediğinden, söz konusu iş nedeniyle meydana gelen zararlardan da iş sahibi sıfatıyla sorumlu olmasına, yine mahkemece maddi ve manevi tazminat miktarları belirlenirken, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının araştırılmış olmasına göre, asıl davada davalılar …, … Genel Müdürlüğü ve … İnşaat Ltd. Şti. vekillerinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazının reddi ile bu davalılar hakkındaki hükmün onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

2- Birleşen davada davalı …Ş. vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; asıl ve birleşen davalar, haksız fiilden kaynaklanan zararın, zarar sorumlusu bulunan davalılardan tazmini istemine ilişkindir.

Davacılar tarafından fazlaya ait saklı tutulan hakkın kullanımı sonucu açılan ek dava, mahkemece asıl dava dosyası ile birleştirilerek yargılama sonuçlandırılmıştır. 6100 sayılı HMK.’nun 166 (Mülga HUMK.’nun 45) ve devamı maddeleri uyarınca davaların birleştirilmesine karar verilmesi halinde, sadece bunların yargılaması birlikte yürütülmekte olup, her dava bağımsız karakterini koruduğundan, mahkemece her dava için ayrı hüküm kurulmalı, yargılama giderleri ve vekalet ücreti her dava için ayrı ayrı belirlenmelidir. Somut olayda mahkemece verilen kararda ise asıl dava ve birleşen davalar hakkında ayrı ayrı hüküm kurulmadığı gibi, birleşen davanın davalıları olan sigorta şirketleri de karar başlığında ihbar edilenler olarak gösterilmiştir. Bu durum karşısında kararın öncelikle bu nedenle bozulması gerekmiştir.

3- Ayrıca davalı …Ş., davalılar … Genel Müdürlüğü ile … İnşaat Ltd. Şti. arasındaki eser sözleşmesine konu inşaatın sigortacısıdır. İnşaat Sigortaları Poliçeleri Genel Şartları’nda inşaat sigortasının, sigorta konusunu teşkil eden değerlerin sigorta teminat süresi içinde, inşaat sahasında bulunduğu sırada, poliçede sayılan istisnalar dışında kalan, önceden bilinmeyen ve ani bir sebeple herhangi bir ziya ve hasara uğraması halini temin ettiği belirtilmiştir (İŞGŞ. 1. m.). Diğer bir deyişle inşaat sigortası ile önceden öngörülemeyen kazaların, sigorta konusu inşaat ve bu inşaat ile ilgili diğer müştemilat ve tesisler üzerinde, inşaat sahasında bulunduğu sırada, oluşturacağı hasarlar teminat altına alınmaktadır. Dolayısıyla bu sigorta poliçesine eklenen klozların hangi rizikoları teminat kapsamına dahil ettiğinin tespitinin de, bu klozların anılan genel şartlar hükmü ile birlikte değerlendirilmesi suretiyle yapılması gereklidir.

Dava konusu poliçeye eklenen İnşaat All Risks Sigortasına Bağlı 3. Şahıslara Karşı Mali Sorumluluk Klozu’nun “Teminatın Kapsamı” başlıklı 1. maddesinde bu klozun sigortalıyı, sigortanın yürürlüğü sırasında sigortalanmış olan inşaat ve montaj işlerinin ifası sebebiyle meydana gelen bir olay neticesinde 3. şahısların zarara uğraması halinde, 3. şahısların ileri sürebilecekleri taleplerin sonuçlarına karşı temin ettiği belirtildikten sonra, “Teminat Dışında Kalan Haller” başlıklı 3. maddesinin e bendinde, “Her türlü kara, hava ve deniz araçlarının neden olacağı zararlar (ancak iş makinelerinin şantiye sahası içindeki faaliyetleri nedeniyle verebilecekleri zararlar teminata dahildir)” hükmüne yer verilmiştir. Bu maddede yer alan açık ifadelerin, yukarıda anılan İŞGŞ. 1. maddesi ile birlikte değerlendirilmesinden çıkan sonuç, her türlü kara, hava ve deniz araçlarının neden olacağı zararların teminat kapsamı dışında tutulduğu, iş makinelerinin faaliyetleri nedeniyle 3. kişilere verebilecekleri zararların ise ancak şantiye sahası içinde olması kaydıyla teminata dahil edildiğidir. Dolayısıyla mahkemenin aksi yöndeki kabulü doğru değildir.

Dava konusu olayın meydana geldiği yerin şantiye sahası içinde olup olmadığı konusu ise mahkemece araştırılmamıştır. Her ne kadar mahkemece dinlenen tanık beyanlarından kazanın hafriyat boşaltılması yasak olan yerde ve şantiye sahası dışında meydana geldiği izlenimine varılıyorsa da, dosyaya sunulan harita ve krokilere göre bu yer, inşaatın sahasının çok yakınında bulunmaktadır. Dolayısıyla kaza yerinin şantiye sahası içinde olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gereklidir.

Bu durum karşısında mahkemece, öncelikle kaza yerinin şantiye sahası içinde bulunup bulunmadığının belirlenmesi, daha sonra uyuşmazlığın yukarıda açıklanan şekilde incelenip değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, birleşen davada verilen kararın davalı …Ş. yararına bozulması gerekmiştir.…)
gerekçesiyle 2. bent yönünden oy birliği, 3. bent yönünden oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece 3. bent yönünden önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Asıl dava haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat, birleşen dava sigorta şirketleri aleyhine açılan maddi tazminat davasıdır.

Yerel Mahkemece asıl dava davalısı …’un su borusu döşeme işinde ortaya çıkan atık molozlardan oluşan hafriyatı kendisine gösterilen atık boşaltma mahalline götürmeden olayın meydana geldiği alana boşaltarak Saliha Akçay’ın ölümüne sebebiyet verdiği ve tamamen kusurlu olduğu, dava konusu olayda dökülen molozun yapılan iş sırasında ortaya çıkan atıklar olup işin ifası neticesi oluştuğu ve hizmetle ilgili olduğu, moloz dökülmesi neticesi oluşan sonucun hukuka aykırı olduğu, ortaya çıkan zararla moloz dökülmesi arasında illiyet bağının bulunduğu, bu sebeple davalılar … İnş. Taah. Turz. Ltd. Şti. ve …’nin istihdam eden sıfatıyla sorumlu oldukları, diğer davalı …Ş’nin ise … İnş. Taah. Turz. Ltd. Şti’yi yaptığı iş nedeniyle “all risk” sigortası ile sigortaladığı, poliçe kapsamına göre iş makinelerinin şantiye sahası içinde üçüncü kişilere verecekleri zararların teminat altına alındığı, kazanın olduğu yerin şantiye sahası, kullanılan kamyonun da iş makinesi olduğu, dolayısıyla … Sigorta A.Ş’nin sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle davacılar lehine maddi tazminata ve duydukları üzüntü ve bu tür olaylarda caydırıcı niteliği bulunması açısından manevi tazminata hükmedilmiş, diğer davalılar Yapı Kredi ve Ray Sigorta A.Ş’nin poliçe içeriklerinin trafik kazasını kapsaması, olayın da trafik kazası olmaması nedeniyle bu davalılar hakkında açılan davanın reddine karar verilmiştir.

Asıl davada …, …, … İnş. Taah. Turz. Ltd. Şti. vekilleri, birleşen davada davalı …Ş vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan sebeplerle 2. bent yönünden oy birliği, 3. bent yönünden oy çokluğuyla bozulmuştur.

Yerel Mahkemece ilk kararda davalı …’un sürücüsü olduğu kamyonun iş makinesi olduğu ve olayın şantiye sahası içinde gerçekleştiği ifade edilmesine rağmen bozma sonrası direnme kararında kamyonun iş makinesi olmadığı yönündeki karşı oy yazısında belirtilen gerekçeler tekrar edilmek suretiyle, ayrıca bozma kararı sonrası dosyaya giren 14.05.2013 tarihli yazı cevabından kazanın şantiye sahası içinde gerçekleştiğinin anlaşıldığı belirtilerek 3. bentte belirtilen bozma sebebine yönelik direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı birleşen dosya davalısı … Sigorta A.Ş vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığı…” gerekçesiyle usulden bozma kararı verilmiştir.

Yerel Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen direnme kararı birleşen dosya davalısı … Sigorta A.Ş vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda maktul Saliha Akçay’ın ölümünün gerçekleştiği yerin şantiye sahası içinde yer alıp almadığına dair araştırma yapılmasının gerekli olup olmadığı burada varılacak sonuca göre gerçekleşen ölüm olayından davalı …Ş’nin poliçe kapsamında sorumluluğunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesine uygun şekilde usulüne uygun bir direnme kararı bulunup bulunmadığı; öte yandan Mahkemece 22.05.2013 tarihli karar ile önceki kararda direnilmesi ve söz konusu kararın Hukuk Genel Kurulunun 04.03.2015 tarihli kararı ile usulden bozulması üzerine, Mahkemece usul bozmasına uyularak verilen 24.06.2015 tarihli ikinci direnme kararının Anayasa’nın 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği hususları ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.

Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 297’nci maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinde:

“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini

c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri

ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini

d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını

e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde düzenleme mevcuttur.

Açıklanan hükümle getirilen bu biçim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Başka bir anlatımla kanunun amacı hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli görevlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak; anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzeni ve barışının sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Tarafların çözüm aramak için geldikleri yargısal makamların açık ve net hükümlerle üzerine düşen görevleri yerine getirmesi gerekir. 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemenin nihai amacı da budur.

HMK’nın 297. maddesine göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.

Bu itibarla hükmün sonuç kısmının özetlenerek açıklanmasına, karar ile taraflara yükletilen borç ve tanınan hakların bir kesiminin belirtilmemiş bulunmasına, bunun yanında tefhim edilen karara sonradan eklentiler yapılmasına ya da gerekçedeki ifadelerin tekrarı suretiyle hüküm sonucu gösterilmeden karar oluşturulmasına yasal olanak bulunmamaktadır.

Bu kısım hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.

Hâkim gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru B./Arslan R./Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).

Anayasa’nın 141’nci maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.

Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.

Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.

Hukuk Genel Kurulunun 10.9.1991 gün ve 281 E., 415 K.; 25.9.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 254 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 453 K.; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 238 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.

Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.

Bu nedenle bir davanın taraflarının o dava yönünden mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.

Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.

Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.

Direnme kararları yapıları gereği Kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozma kararının yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;

Özel Dairece bozma kararının ikinci bendinde “asıl ve birleşen davaların birbirinden bağımsız davalar olduğu belirtilmek suretiyle her dava hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerektiği” vurgulanarak usuli bir yönden bozma yapılmış, üçüncü bendinde ise birleşen davanın esası yönünden bozma kararı verilmiştir. Yerel mahkemenin temyize konu 24.06.2015 tarihli direnme kararında asıl ve birleşen davada ayrı ayrı hüküm kurulmadığı, tüm taraflara yüklenen hak ve borçlar mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmeden “1-Mahkememizin 2006/345 Esas ve 2010/322 Karar sayılı ilamının hüküm kısmının 1. bölümünde davacı … için hükmedilen 14.321,00 Tl maddi tazminatın, davalı …’den, diğer davalılar olan …, … İnşaat Ltd.Şti. ve …’la birlikte poliçe limitleri ile sınırlı olmak üzere müştereken ve müteselsilen tahsili hususundaki kararımızda DİRENİLMESİNE, bu kapsamda; işbu dosya ile birleşen Mudanya Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/47 Esas-2007/140 Karar Sayılı dosyasında davalı …’nin, 14.321,00.-TL maddi tazminattan, hakkındaki hükümler kesinleşen diğer davalılar …, … İnşaat Ltd.Şti. ve …’la birlikte (poliçe limitleri ile sınırlı olmak üzere), müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmasına (Mahkememizce hükmedilen tazminat tutarlarının davacılara ödenmiş olduğu bildirildiğinden tazminatın tahsili hususunda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına),..” şeklinde infazda tereddüt yaratacak şekilde hüküm kurulduğu gibi, bozma kararı kapsamı dışında kalan hususlar hakkında da yeniden hüküm kurulmayıp “Kesinleşen karar maddeleri yönünden yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına,” demekle yetinilmiştir.

Diğer yandan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun usul bozması üzerine verilen ikinci direnme kararında bozma kararına karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.

Bu hâliyle HMK’nın 297. maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde infazda tereddüt yaratacak şekilde direnme kararı verildiği gibi anılan direnme kararının Anayasanın ve kanunun aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden de söz edilemez. Çünkü Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir.

O hâlde, mahkemece yapılacak iş infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde usulüne uygun bir direnme hükmü kurmak ayrıca Anayasa’nın 141’nci maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.

Şu hâle göre açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekir.

SONUÇ: Birleşen dosya davalısı … Sigorta A.Ş vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.02.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.